Önceki bölüm
Erinç, sessizce pencereye yaslandı; şehir ışıkları altında gölgesi uzun ve sert düşüyordu. İçinde hem soğuk bir tatmin hem de yeni bir farkındalık vardı: Adalet, gölgede yürüyen ellerin kararına kalmıştı ve o eller, en soğukkanlı hâliyle her zaman hazırdı.
.
.
.
.
.
Şehrin Gözleri
Sabahın ilk ışıklarıyla şehir, her zamanki gürültülü uyanışına hazırlanıyordu. Ancak gazetelerin manşetleri, bu sıradan uyanışı bozan bir haberle dolmuştu: iş insanı Orhan Bey evinde ölü bulunmuştu.
Başkomiser Cem, elindeki gazete küpürüne bakarken içgüdüleri titredi.
-İlk incelemeler kalp krizi diyor ama bu… bu kesinlikle onların işi!
dedi kendi kendine. Sinirden gazeteyi tutan elleri titriyordu. Bu artık bir katil meselesi değildi. Ortada seri katil vardı ve hala elini kolunu sallayarak gezip istediğini yapabiliyordu.
Genç yardımcısı Mert’e döndü:
—Bu bir kalp krizi değil, Mert. Katiler yine tüm izleri tamamen silmiş.
Mert şaşkınlıkla baktı:
— Ne demek istiyorsunuz, Başkomiserim? Olay yeri ekipleri hiçbir delil bulamadı, hatta cinayet bile demediler.
— Çünkü bu bir cinayet değil, bir yok ediş.
dedi Cem. Adı gibi emindi ki bu işin de altından Erinç ve Anıl çıkacaktı.
— Kurban, sessizce ortadan kaldırılmış. Tıpkı bir gölge gibi.
Masadaki dosyayı açtı; üzerinde büyük harflerle “Gölgedeki Adalet” yazıyordu. Son üç ayda işlenen şüpheli ölümlerden oluşan raporlar dosyada bir araya getirilmişti.
Hepsinin ortak noktası, delil yetersizliği ve görünürde adalet dışında hiçbir sebep yokmuş gibi duran ölümlerdi.
O sırada Erinç, evinde Umay’ın kahkahalarıyla aydınlanan bir sabah geçiriyordu. Kızının mutluluğu, gecenin karanlık işlerini unutturuyordu. Ancak her şeyin bir bedeli olduğunu biliyordu.
Anıl’ın intikamı tamamlanmıştı. Küçükken ailesi bir hırsız tarafından yok edilmişti. Hırsız serbest kalmıştı ve adalet yerine getirilmemişti.
En azından şimdiye kadar...
Şimdi yeni bir tehlike belirmişti; bu, Erinç’in kızı için yarattığı güvenli dünyayı tehdit ediyordu.
Telefon çaldı. Arayan, Başkomiser Cem’di.
Erinç, sakin gülümsemesiyle telefonu açtı.
— Alo, Başkomiser Cem.
Cem, öfkesini bastırdığı ve sakin olmaya zorladığı ses tonuyla konuştu.
— Erinç, biliyorum, bu işin içindesin. Orhan Bey cinayetinde de parmağın var. Ve biliyorum, kendi adaletini yaratıyorsun.
Erinç sustu. Kalbi bir anlığına hızla çarptı. Fakat bu gerginlikten değildi. Aksine heyecandandı.
— Ne demek istiyorsunuz, Başkomiserim? Ben anlamıyorum.
Cem yine aynı ses tonuyla konuştu.
— Anlıyorsun, Erinç. Sen bir gölge gibi hareket ediyorsun, ama gölgelerin de bir yansıması vardır. Ve o yansıma er ya da geç ortaya çıkar.
Cem’in sesi, Erinç’in kulağında çınladı.
— Sana son bir şans veriyorum. Bu işi durdur, yoksa ben durduracağım. O zaman hem adaletinin, hem de dünyanda yaşayan masumiyetin bedelini ödersin.
Telefon kapandı. Erinç, elinde telefonu tutarak bir süre sessiz kaldı. Başkomiser Cem ondan şüpheleniyordu. Bu sıradan bir kovalamaca değildi; iki farklı adalet anlayışı, iki farklı kişi, birbirine çarpışıyordu.
Aralarında kedi-Fare oyunu dönüyordu.
Erinç, Umay’a döndü. Kızının yüzündeki ışık, en büyük gücüydü ama aynı zamanda en zayıf noktasıydı. Bu ışığı korumak için her şeyi yapabilirdi. Ve gerekirse, Cem’e karşı bile savaşa girmeye hazırdı.
---
Gölgenin Yeni Oyunu
Gece, şehrin üzerine bir örümcek ağı gibi çökmüştü. Sokak lambalarının ışıkları, boş kaldırımlar üzerinde uzun ve keskin gölgeler bırakıyordu.
Erinç, evinde, Umay’ın odasının kapısından gelen hafif nefes seslerini dinleyerek düşüncelere daldı. Her şeyin farkındaydı. Anıl bir sonraki kurbanı belirlemişti ve Erinç, bunu halledecek tek kişi olacaktı.
Telefonu titredi; ekranında Anıl’ın numarası görünüyordu. Erinç sessizce telefonu aldı.
Anıl, derin ve soğuk bir sesle konuştu.
— Hazır mısın?
Erinç, Anıl'ın görmeyeceğini bilmesine rağmen başını salladı ve onayladı.
— Evet, her şeyi biliyorum ve hazırım.
Anıl, nefesini sessizce kesti ve devam etti:
— Ben seni yönlendireceğim, her detay hazır. Bu sefer ki kurban zamanında tecavüzden yargılanmış ama bir takım elbiseyle ve biraz da parayla paçayı sıyırmış. İsmi Tarkan Akarca. 53 yaşında.
Erinç, telefonun ucundaki sessizlikte Anıl’ın öfkesini hissetti. Planın detaylarını ve kurbanın geçmişini dinlerken bir yandan da zihninde olası senaryoları tartıyordu. Kurbanın konumu, evin güvenlik sistemi, kaçış yolları… Her şey netti. Dijital kayıtlar, kameralar ve telefonlar… Anıl’ın söylediğine göre, hepsi bir hamlede silinecek, iz bırakmayacaktı.
— Nerede başlayacağım?
diye sordu Erinç.
Anıl hemen cevap verdi.
— Evde yalnız, güvenlik minimum. Kapı kilitleri, kameralar ve sensörler senin kontrolünde olacak. Kurbanı sessizce ortadan kaldıracaksın. Tek hareket yeterli. Ben tüm dijital izleri sileceğim; kameralar, telefon, güvenlik sistemleri… Tüm dünya için faydalı bir kayıp olacak.
Erinç sessiz kaldı. Bu onun işiydi. Gölgedeki adaletin keskin sınırları, artık başka birinin intikamını da kapsıyordu. Umay’ın masumiyetiyle kendi karanlığı arasında bir dengeyi sürekli korurken, Anıl’ın öfkesini de yönetmek zorundaydı.
Anıl her zaman tecavüzcülerden ölesiye iğrenmiş ve nefret etmişti. Çünkü zamanında kendi başına da gelmişti.
— Tamam, Tüm adımları takip edeceğim. Plan neyse aynen uygularım.
Anıl kısa bir sessizlikten sonra, sanki nefesini tutmuş gibi devam etti:
— Bu iş tamamlandığında, kimse seni suçlayamaz. Her dijital iz silinecek. Dünya bir pislikten daha kurtulacak. Senden özel isteğim o adamın penisini kesmen.
Erinç'in yüzünde soğuk bir gülümseme oluştu.
— Pekala, özel isteğini dikkate alacağım.
Telefon kapandı. Erinç derin bir nefes aldı, gölgenin içinde yürüyen bir adamın soğukkanlılığını yeniden hissetti. Planı zihninde tekrar gözden geçirdi:
1. Kurbanın konumu ve hareketleri
2. Güvenlik sistemlerinin geçici devre dışı bırakılması
3. Sessiz ve etkili yaklaşım
4. Kurbanın ortadan kaldırılması
5. Dijital izlerin tamamen silinmesi
Her adım, tıpkı bir satranç hamlesi gibi hesaplanmıştı. Erinç’in gözlerinde hem görev bilinci hem de kararlılık parlıyordu. Bu sadece öylesine bir cinayet eylemi değildi; aynı zamanda kendi gölgesindeki adaletin sınırlarını da test etmekti.
Erinç, ilk kez birisini öldürdükten sonra bu işten gerçekten de zevk almaya başlamıştı. Onun içinde ki gölge oldukça karanlık bir hale geliyordu.
Gece ilerledikçe Erinç, evden sessizce çıktı. Siyah giysiler içinde gölgenin kendisi gibi uzayan bir siluet halindeydi. Rüzgarın sesi, ay ışığının titrek yansımaları…
Hepsi planın bir parçasıydı. Anıl, uzaktan her şeyi yönlendiriyor, dijital izleri anında siliyordu. Kurbanın varlığı, birkaç saat içinde sadece tanıdıklarının aklında kalan bir anı olacaktı.
Erinç, kurbanın kapısına sessizce yaklaştı. Elleri, bu iş için kusursuzca hazırdı. Bir adım, ardından bir diğer adım… Kurban fark etmeden gölgeyle yüzleşiyordu. Erinç’in hareketleri hızlı ve ölümcül, plan kusursuz uygulanıyordu.
Ve Anıl, dijital dünyada bir hayalet gibi işini yapıyordu. Kameralar dondu, kayıtlar silindi, sensörler sessizleşti. Erinç’in her hareketi görünmezdi. Tek kanıt, gölgede yürüyen bir adamın izlediği karanlık bir yoldu.
Erinç kurbanın yanında durdu, bir an için nefesini tuttu. İş tamamlanmıştı. Yüzünde tek bir iğrenme bile olmadan Tarkan Akarca'nın penisini kesmişti.
Bunu yaparken hafif bir alay bile vardı. Gözlerinde tatmin ve soğukkanlı bir soğukluk da cabasıydı. Her şey, planlandığı gibi olmuştu; Anıl’ın özel isteği tamamlanmış ve tek bir kanıt bırakılmamıştı.
Erinç geri çekildi, gölgesi uzun ve sert bir çizgi olarak kaldı. Şehrin sessizliği içinde, sadece kendi adaletinin yankısı vardı. Ve gölge, bir kez daha sessiz ama ölümcül bir şekilde yürüyordu.
Erinç, görev tamamlanmış olmanın getirdiği soğuk bir rahatlamayla kendini şehrin sokaklarına bıraktı. Artık sıradan bir adamdı; gece yarısı evine dönen, ailesine kavuşmayı bekleyen biri.
Ama içindeki gölge, bu sıradanlığı asla kabul etmiyordu. O, karanlık bir yolda yürüyen bir adalet savaşçısıydı. Başını kaldırıp gökyüzüne baktı; yıldızlar bile sanki onunla birlikte bir sırrı paylaşıyordu.
Telefonu titredi. Anıl’dan gelen mesaj, tek kelimeydi:
“Tamam.”
Erinç, mesaja cevap vermedi. Bu iş bittiğinde her şeyin yoluna gireceğini umuyordu ama biliyordu ki asıl savaş şimdi başlıyordu.
Başkomiser Cem, peşini bırakmayacaktı. O, Anıl’ın dijital dünyada sildiği izlerin ötesindeki gerçeği arıyordu. Ve Erinç, ona tek bir ipucu bile bırakmaya izin vermiyordu.
O sadece oyun oynuyordu ve bundan da büyük bir zevk alıyordu.
Gölgenin Yansıması
Sabahın ilk ışıkları, Başkomiser Cem’in masasının üzerindeki dosyaları aydınlatıyordu. Orhan Bey’in dosyası, diğer şüpheli ölümlerle bir araya getirilmiş, dosyanın üzerindeki “Gölgedeki Adalet” etiketi daha da belirginleşmişti.
Cem, son kurbanın dosyasına göz atarken, ekrandaki bilgilerin tamamen temizlenmiş olduğunu fark etti. Tıpkı daha önceki cinayetlerde olduğu gibi, hiçbir ipucu, kamera kaydı ya da telefon sinyali yoktu.
Yardımcısı Mert, endişeli bir sesle sordu:
— Başkomiserim, bu imkânsız. Bu adamın hiçbir dijital izi yok. Her şeyi siliyor. Bir hayaletle mi uğraşıyoruz?
Cem, sinirle elini masaya vurdu.
— Hayır, bir hayaletle uğraşmıyoruz, Mert. Bir insanla uğraşıyoruz. Ve o insan, teknolojiye o kadar hâkim ki her şeyi sıfırlıyor. Ama unutma, insan zihni asla sıfırlanmaz. Erinç’i tanıyorum. Bu işin arkasında o var.
Mert şaşkınlıkla baktı:
— Ama nasıl emin olabilirsiniz? Elimizde hiçbir kanıt yok.
Cem, eliyle masada ritim tutarken sert bir sesle konuştu.
— Kanıt, bazen görünmezdir, Mert. Duygular, vicdan, pişmanlık... Onları da silemezsin. Erinç’in kızı için yarattığı o güvenli dünyayı biliyorum. Onu oradan vuracağım.
Cem, telefonunu çıkardı ve Erinç’in numarasını tuşladı. Erinç’in son mesajdan sonra kendini güvende hissettiğini biliyordu. Ama Cem, ona bu güvenin bir yanılsama olduğunu gösterecekti.
Telefon çaldı, Erinç telefonu açmadı. Cem, inatla tekrar aradı. Sonunda Erinç telefonu açtı, sesi yorgun ve uykuluydu:
— Alo, Başkomiserim?
Cem, tehditkâr bir sesle konuştu.
— Daha ne kadar başkalarının intikamını alacaksın? O saçma adaletini daha ne kadar sürdüreceksin?
İlk yorum yazan sen ol!
Henüz yorum yapılmadı