*Kuvvete dayanmayan adalet aciz, adalete dayanmayan kuvvet zalimdir.-Blaise Pascal*

-Kör Noktaların Dansı-

İlke, Anıl’ın hazırladığı özel bilgisayarın başına oturdu. Ekranın ışığı, yüzünü aydınlatırken, Cem ve Anıl sessizce onu izliyordu. Bu, sadece bir hackerın işi değil, aynı zamanda psikolojik bir savaştı. Düşman, gölgeyi, İlke’nin zayıf noktasını kullanarak onu alt etmeye çalışıyordu.

İlke, klavyede parmaklarını gezdirmeye başladı. Her dokunuş, sanki bir notanın tınısı gibiydi. Anıl’ın hazırladığı program, hackerın IP adresine sızdı ve bir anlık iletişim penceresi açtı. Ekranda, bir metin belgesi belirdi.

—Merhaba, İlke," diye yazıyordu. "Gölgenin seni nasıl çağırdığını duyabiliyorum. O fırtınanın içinde kaybolmaktan korkuyor musun?

İlke, kalbinin daha hızlı attığını hissetti. Bu, bir psikolojik tacizdi. Ancak Erinç'in dersleri aklına geldi: "Düşmanın gölgesini anla ki, kendi gölgeni kontrol edebilesin."

İlke, derin bir nefes aldı ve yanıt yazmaya başladı:

—Senin gölgenin bir yansımasıyım. Korkmuyorum.

Karşı taraftan gelen yanıt, İlke'nin tüylerini ürpertti:

—Korkmuyorsun… Öyle mi? O zaman, neden her gece rüyalarında kayboluyorsun? Neden o sesleri duyuyorsun?

Cem, İlke'nin yüzünün solgunlaştığını fark etti. Hemen endişeyle sordu.

—İlke, iyi misin?

İlke, başını salladı, gözleri ekrandan ayrılmıyordu.

—İyiyim Başkomiser. Bu, bir oyun. Ama ben de o oyunu oynayacağım.

İlke, kendi zihnindeki fırtınayı kontrol altına alarak, hackerın zihnine girmeye çalıştı. Psikoloji bilgisi, ona bu avantajı veriyordu. Yazdığı her kelime, düşmanın zihinsel savunmasını kırmayı amaçlıyordu.

—Senin gölgen, sadece bir gölge değil. O, bir korku. Kimsenin bilmesini istemediğin bir korku.

Ekrandaki yazı bir an durdu. Hacker, İlke'nin cesur hamlesine şaşırmıştı. Cem, İlke'ye baktı, yüzünde hem bir hayranlık hem de bir endişe ifadesi vardı.

Anıl, donuk ve analitik bir sesle konuştu.

—Hacker, İlayda’yı bir sonraki noktaya götürecek. Bu bir tür satranç oyunu. İlayda bir piyon, biz de onun veziriyiz.

Tam o sırada, İlke'nin telefonu çaldı. Arayan Erinç'ti.

—İlke, unutma, gölge sadece senin içinde değil. Düşman da kendi gölgesiyle savaşıyor. Ona kendi korkusunu göster.

İlke, Erinç'in ne demek istediğini anladı. Hackerın en büyük korkusu, kendi hatalarıyla yüzleşmekti. İlke, hızla bir metin daha yazdı.

—Senin gölgeni, masumları değil, kendi geçmişini gizlemek için kullanıldığını biliyorum. Kim bilir, belki de bir zamanlar sen de masumdun, ta ki o gölge seni ele geçirene kadar.

Bu sözler, hackerın zihnine bir bomba gibi düşmüştü. Ekran karardı ve bir an sonra, ekranda yeni bir koordinat belirdi. İlayda’nın bir sonraki durağı belli olmuştu.

Cem, yüzünde çarpık bir gülümsemeyle İlke'nin sırtına vurdu.

-Başardın!

İlke, rahatlamış bir nefes aldı. Ancak bu sadece başlangıçtı. Hacker, oyunun kurallarını değiştirmişti ve şimdi Cem, Erinç’in geçmişiyle olan savaşına dâhil olmak zorundaydı. Bu, sadece masumları kurtarmakla ilgili değil, aynı zamanda gölgelerin, insanların hayatında nasıl dans ettiğini anlamakla ilgiliydi.

Cem, İlayda’nın bulunduğu yere vardığında, bir parkın girişinde İlayda'yı otobüs durağında beklerken buldu. Yüzü solgun ve korku doluydu ama görünüşte güvendeydi.

Cem, kızına sarılırken kokusunu içine çekti. Az kalsın ağlayacaktı ama kendisi tuttu.

—İlayda...İyi misin?

İlayda, babasının kollarına sığınarak ağlamaya başladı.

—Baba... Bir ses... Telefonumda bir ses vardı. Bana... Bana ne yapmam gerektiğini söylüyordu. Çok korktum. Yapmazsam....

Cem, kızının telefonunu aldı. Ekranda, bir not defteri uygulaması açıktı. En son notta, bir adres yazıyordu.

Erinç’in, Cem’in telefonuna gönderdiği bir mesaj vardı: "Bu sadece bir başlangıç, Başkomiser. Düşman, artık seninle oynuyor. Ve bu oyun, sadece bir başlangıç."

Cem, bu mesajı okurken, Mehmet Öztürk’ün intikamının ne kadar derin ve karmaşık olduğunu anladı. Bu, sadece bir rehin alma olayı değil, aynı zamanda Erinç’in geçmişiyle olan bir hesaplaşmaydı.

O gece, Cem, Anıl ve İlke, bir kez daha bir araya geldi. Cem, kızıyla yaşadıklarını anlattı ve Erinç'in uyarısını paylaştı.

Anıl, derin bir nefes aldı ve yavaşça verirken konuştu.

-Anlıyorum. Düşman, Erinç'in geçmişini kullanarak bizi manipüle ediyor. Ve bir sonraki hedefi, Erinç'in en büyük kör noktası.

Cem, kaşlarını çattı. Duyduğundan hiç hoşlanmamıştı.

—Erinç'in en büyük kör noktası ne?

Erinç’in sesi, depodaki hoparlörlerden duyuldu.

—Düşman, benim geçmişimi kullanarak beni alt etmeye çalışıyor. Ancak, onun da bir kör noktası var. Ve onu bulmak, bu savaşı kazanmanın anahtarı olacak. O, bizi felsefi bir ikilemde bırakmaya çalışacak. Kendi geçmişimizle yüzleşmemizi sağlayacak.

Cem, İlke ve Anıl, birbirlerine baktılar. Erinç'in planı, kendi felsefesini, kendi geçmişini, bir silah olarak kullanmaktı. Ve bu, onları sadece suçlularla değil, aynı zamanda kendi içlerindeki gölgelerle de savaşa zorlayacaktı.

-Kör Noktaların Dansı Devam Ediyor-

Erinç'in geçmişinin ve düşmanının planlarının ortaya çıkmasıyla, Cem, Anıl ve İlke için oyunun kuralları tamamen değişmişti. Artık bu, sadece bir adalet savaşı değil, aynı zamanda kişisel bir hesaplaşmaydı.

O gece, Anıl’ın ofisinde, Cem ve İlke, Erinç’in yokluğunda kendi stratejilerini belirlemek için toplanmışlardı. Anıl, her zamanki gibi bilgisayar ekranının başında, parmakları klavyenin üzerinde dans ediyordu. Cem’in zihni, Mehmet Öztürk’ün intikam planı ve Erinç’in geçmişi arasında gidip geliyordu.

Cem, Anıl’a döndü, sesi daha yumuşak ve meraklıydı.

—Anıl… senin de bu yolda olmanın bir nedeni var mı?

Anıl’ın parmakları durdu. Yüzünde, karmaşık bir duygu gölgesi belirdi: derin bir hüzün. Gözlerini Cem'den kaçırdı ve ekrana odaklandı.

—Ben… yedi yaşındaydım. Annem ve babam… bir hırsız tarafından öldürüldü.

Sesi donuktu, sanki bu anı binlerce kez yaşamış gibiydi.

—O adam, sadece birkaç altın için onları öldürdü. Ve kanunlar… o adamı yakalamak için hiçbir şey yapmadı. Adalet sisteminin yetersizliği… o zamanlar hayatımı tamamen değiştirdi.

İlke, Anıl’ın yanına oturdu, elini omzuna koydu. Anıl, İlke’nin dokunuşuna şaşırmış gibiydi. Ancak İlke’nin şefkati, onun buz gibi duruşunu eritmeye başlamıştı.

Anıl devam etti. Sesi gittikçe daha alçak bir tona kayıyordu.

—Erinç…O, benimle tanıştığında 15 yaşındaydım. Yetiştirme yurdunda yaşıyordum ve Erinç de gönüllü olarak oraya gelip çocuklarla ilgileniyordu. Benim gibi, adaletin yetersizliğini sorguluyordu. O, bana intikamın bir araç değil, bir amaç olabileceğini öğretti. O adamı bulup, kanunların yapamadığını yapmamıza yardım etti.

Anıl şu anda 23 yaşındaydı ve yaklaşık 8 yıldır Erinç ile yaşıyordu. Ondan öncesinde akrabaları ona sahip çıkmadığı için devletin Yetiştirme Yurdunda yaşamıştı ve o zamanlar da pek iyi zamanlar değildi. Eğer ki Erinç ile tanışmasaydı intihar edebilirdi.

Cem, Anıl’ın hikayesini dinlerken, Erinç'in manipülatif felsefesinin altında ne kadar kişisel bir dram yattığını daha iyi anladı. Erinç, Anıl’ı kendi karanlık yoluna çekmişti, ancak aynı zamanda ona bir aile, bir amaç ve bir intikam vermişti.

Bu, Erinç’in manipülasyonunun karmaşık bir boyutu olduğunu gösteriyordu.

Cem, olayı bilmesine rağmen bir de olayı Anıl'dan dinlemek için sordu.

-Peki intikam aldın mı?

Anıl’ın yüzünde soğuk bir gülümseme belirdi.

-Hadi ama...Biliyorsun başkomiser! Erinç bana, intikamın bir tatmin değil, bir döngü olduğunu öğretti. Ben intikamımı aldım. Ama bu, benim içimdeki boşluğu doldurmadı. Ancak, Erinç bana, bu boşluğu doldurmanın bir yolu olduğunu öğretti: masumları korumak. Bu yüzden buradayım.

Cem, Anıl’a baktı. Bu genç adam, sadece bir hacker değil, aynı zamanda kendi içinde bir savaş veren, kayıp ve intikamla dolu bir ruhtu. Cem, Anıl'ın hikayesinin, kendi vicdanıyla olan savaşını daha da karmaşık hale getirdiğini hissetti.

O sırada, Anıl’ın bilgisayarında bir alarm çaldı. Ekranda, İlayda’nın telefonundan gelen yeni bir koordinat belirmişti. Ancak bu seferki adres, bir park, bir depo veya bir kafe değildi. Bir mezarlık adresini gösteriyordu.

Cem’in kalbi, bir anda durmuştu. Mehmet Öztürk, intikam planını kişiselleştirmiş, artık sadece bir rehin alma oyunu oynamıyordu. Erinç’in geçmişiyle, onun en büyük kör noktasıyla, yüzleşmeye zorluyordu. Cem, hemen Erinç’i aradı.

Erinç, telefonda sesi gergindi.

—Cem, sakın oraya gitme! Bu bir tuzak! Düşman, benim geçmişimi kullanarak beni manipüle etmeye çalışıyor.

Cem, Erinç’in uyarısına kulak verdi.

—Ne demek istediğini biliyorum. Bu bir felsefe dersi değil, bu bir savaş, Erinç! Düşmanımız, mezarlıkta bizi bekliyor.

Erinç, bir an duraksadı.

—Cem... Benim en büyük kör noktam... O mezarlıkta. Ben, o mezarlıkta yatan birini, zamanında koruyamadım. Düşmanım bunu biliyor. O mezarlığa gitmek, benim en büyük korkumla yüzleşmek demek.

Cem, o an anladı. Erinç'in en büyük kör noktası, masum bir genç kızın mezarıydı. Erinç, yasal sistemin yetersizliği yüzünden kaybettiği o masum ruhu, kendi hayatında bir yara gibi taşıyordu. Ve Mehmet Öztürk, bu yaraya parmak basarak, onu alt etmeye çalışıyordu.

Cem, derin bir nefes aldı. Bu, bir polisin görevinin çok ötesindeydi. Bu, bir vicdan meselesiydi. Cem, Erinç’in, Anıl’ın ve kendi ailesinin kaderiyle yüzleşiyordu.

—Bu bir savaş, Erinç. Ve ben, bu savaşta yalnız değilim. İlke ve Anıl benimle. Biz, senin gölgene değil, masumların gölgesine sadığız. Ve şimdi, o mezarlığa gideceğiz.

Cem, telefonu kapattı. Anıl ve İlke’ye döndü. Gözlerinde kararlı bir ifade vardı.

—Hazır olun. Düşmanın kör noktasına gidiyoruz.

Oda bir anda sessizliğe gömüldü. Ancak bu sessizlik, yaklaşan kaosun uğultusuydu; gölgeler, yalnızca düşmanın değil, onların da içinde dans ediyordu.




novebo yorum yok

İlk yorum yazan sen ol!


Henüz yorum yapılmadı

🔒 Erişim Gerekli

Bu içerik yalnızca 18 yaş ve üzeri kullanıcılar tarafından görüntülenebilir.
Lütfen giriş yapın veya kayıt olun.

Novebo discord sunucusu