Bu bilgi, Cem’in kafasındaki yapbozun eksik parçalarını tamamlıyordu. Erinç’in felsefi söylemleri, manipülatif tavırları, hepsi bu geçmişle ilgiliydi. Ancak bu felsefenin derinliklerinde ne gibi sırlar saklıydı? Ve Mehmet Öztürk bu hikâyenin neresindeydi?
—Peki Mehmet Öztürk? O da mı bu grubun bir parçasıydı?
Anıl, ekranda başka bir dosya açtı.
—Evet. Mehmet Öztürk, grubun finansörüydü. Ancak Erinç'in aksine, onun amacı felsefi değil, kişiseldi. Kendi çıkarları için masumları kullanmaktan çekinmiyordu. Erinç'in yollarını ayırmasının nedeni de buydu. Erinç, grubun amacını kişisel bir intikam aracı haline getirmeyi reddetmiş.
Cem'in kafasında bir şimşek çaktı. Erinç'in, Mehmet Öztürk'ü yakalamadaki ısrarı, sadece bir adalet arayışından ibaret değildi. Bu, aynı zamanda kendi felsefesine sadık kalmanın, geçmişini temizlemenin bir yoluydu.
Cem, Erinç’in, kendisinin de dâhil olduğu bu yeni grubu, eski grubun hatasını tekrarlamaması için, yani yoldan sapmamaları için manipüle ettiğini anlamıştı.
—Yani...
dedi Cem, sesi yorgundu.
—O sadece masumları korumuyor. Kendi hatalarının da peşinden koşuyor.
Anıl, başını salladı ve onayladı.
—Bazen, en büyük adalet savaşı, kişinin kendi geçmişiyle yaptığı savaştır. Erinç, kendi gölgesini yenmeye çalışıyor, Başkomiser. Ve bu, belki de hepimizin sınavı.
İşte Erinç'in gerçek amacı buydu!
Kendisine yeni bir topluluk oluşturmaktı!
Ertesi gün, Cem, İlke ile buluştu. İlke'nin yüzü solgundu, gözlerinin altında mor halkalar vardı. Depodaki operasyonda yaşadığı psikotik atak, onu derinden etkilemişti. Gölgesini kontrol etme çabası, onu hem fiziksel hem de zihinsel olarak yormuştu.
Cem, İlke’nin yanına oturdu, sesi şefkatliydi.
—Nasıl hissediyorsun?
İlke, elini kalbinin üzerine koydu.
—İçimdeki fırtına… dinmiyor Başkomiser. Her operasyonda, o gölge beni daha da içine çekiyor. Bazen… korkuyorum. Ya bir gün kontrolden çıkarsam?
Cem, İlke'nin elini tuttu. Diğer eliyle de omzunu.
—Korkma. Sen, gölgeni kontrol ediyorsun. O seni değil. Unutma, bu senin gücün. Seni özel yapan bu.
İlke, Cem’in sözlerine minnettarlıkla gülümsedi.
—Erinç, hep aynı şeyi söylüyor. Ama o, ne kadar zor olduğunu bilmiyor.
Cem, İlke’ye baktı, içindeki korkuyu anlıyordu.
—Biliyorum. Ama bir şey daha öğrendim. Erinç, bu gölgeyi kullanmakta yalnız değilmiş. O da senin gibi, kendi geçmişiyle savaşıyor.
Cem, İlke’ye Mehmet Öztürk ve "Denge ve Kaos" grubunu anlattı. İlke, duydukları karşısında şaşkınlığını gizleyemedi.
—Yani, Erinç kendi gölgesini kontrol etmek için bizimle mi işbirliği yapıyor?
—Belki de. Ya da bize, kendi gölgelerimizi kontrol etmeyi öğretiyor. Belki de bizi kendi fırtınalarımızla yüzleştirerek, daha güçlü kılmaya çalışıyor.
İlke, derin bir düşünceye daldı. Erinç'in manipülatif tavırları, şimdi daha farklı bir anlam kazanmıştı. O, sadece suçluları cezalandırmakla kalmıyor, aynı zamanda kendi felsefesini de test ediyordu.
O gece, Erinç’in evinde, Erinç ve Anıl bir aradaydı. Erinç, elinde bir bardak viskiyle camın kenarında durmuş, şehrin ışıklarına bakıyordu. Anıl, elinde bilgisayarıyla, sessizce arkasında duruyordu.
Anıl, sakin bir sesle konuştu.
—Başkomiser Cem, her şeyi öğrendi.
Erinç, elindeki bardağı yavaşça salladı. Yüzünde ufak bir gülümseme vardı. Bu tabi ki onun planıydı.
—Öğrenmesi gerekiyordu. Kör noktalarımızdan arınmamız için. Düşmanın kim olduğunu bilmeden savaşamayız.
Anıl, bu sefer daha meraklı bir ses tonuyla sordu:
—Mehmet Öztürk'ün intikamı nasıl olacak? Grubun diğer üyelerini mi kullanacak?
Erinç’in yüzünde alaycı bir gülümseme belirdi.
—Hayır. Mehmet, daha zekice bir şey yapacak. O, gölgemizi bize karşı kullanacak. Masumları, bize karşı birer piyon gibi kullanacak.
Anıl’ın gözleri açıldı.
—Nasıl yani?
Erinç, bardağındakini tek bir yudumda bitirdikten sonra derin bir nefes verdi.
—Cem'in kızını unutma. İlayda. Ve İlke’nin hastalığını. Düşmanımız, bizim en zayıf noktalarımızdan vuracak. İlayda’nın masumiyeti ve İlke’nin psikolojik kırılganlığı, bizim en büyük kör noktalarımız.
Anıl, tabletindeki verileri inceledi.
—Mehmet Öztürk'ün cezaevinden bir hackerle bağlantıya geçtiğine dair deliller buldum. Adı, Gölge. Daha önce senin eski grubuna hizmet eden bir hacker.
Erinç, gülümsedi. Yüzünde maziyi anan bir ifade oluştu.
—Demek ki eski dostum, intikam için geri dönüyor. Ne güzel.
Erinç ve Anıl, yaklaşan tehlikenin farkındaydı. Düşman, gölgeyi, bu kez masumları kullanarak, onlara karşı çevirecekti.
Cem, İlke ve Anıl, sadece suçlularla değil, aynı zamanda kendi vicdanları, geçmişleri ve en zayıf noktalarıyla yüzleşmek zorunda kalacaklardı. Ve bu savaş, sadece fiziksel değil, aynı zamanda psikolojik ve felsefi bir savaş olacaktı.
Erinç, kendi kızını düşündü.
Umay....
Eğer ki bu savaşta kendi kızına bir şey olursa....
O zaman kimse Erinç'i tutamazdı.
Cem, bu savaşın ortasında duruyordu. O, şimdi hem bir polis hem de bir gölgeydi. Ve bu gölge, onu kendi vicdanıyla yüzleşmeye zorluyordu. Ya gölgesini kabul edecek, ya da onunla savaşarak kendisini kaybedecekti. Seçim, onundu.
-Gölgeye Fısıldanan İsim-
Gece, Cem'in evinde, şehir sessizliğe gömülmüştü. Cem, oturma odasının camından dışarıyı izlerken, zihni fırtınalarla doluydu. Mehmet Öztürk’ün fısıldadığı o cümle;
“ Sen, profesörün yeni köpeği misin?”
Kulaklarında bir yara gibi tınlıyordu. Erinç’in felsefesinin ardında kişisel bir intikam yattığı gerçeği, onun vicdanını kemiriyordu.
Tam o sırada, telefonuna bir mesaj geldi. Gönderen Erinç’ti: “Gölgeye Fısıldanan İsim”.
Cem, mesaja anlam veremedi. Kısa bir süre sonra, kapı zili çaldı. Kapıyı açtığında karşısında, kızı İlayda’nın en yakın arkadaşı olan bir genç kız duruyordu. Yüzü panik içinde, gözleri korkudan fal taşı gibi açılmıştı. Titrek bir sesle konuştu.
—Başkomiser Cem….Çok korkuyorum… İlayda… İlayda ortada yok.
Cem’in dünyası, o anda altüst oldu. Kalbi göğüs kafesinde bir kuş gibi çırpınmaya başladı. “Ne demek yok?” diye sordu, sesi kontrolsüz bir titremeyle.
Genç kız, hıçkırarak durumu anlattı:
—Beraber bir kafede oturuyorduk. Telefonu çalınca dışarı çıktı. Gelmeyince bakmaya gittik ama kimse yoktu. Sadece… telefonunu yerde buldum. Açınca…
Kız sustu, gözleri yaşlarla doldu.
Cem, genç kızın elindeki telefonu aldı. Ekran kararmış, ancak ana ekranda bir fotoğraf vardı: İlayda, bir bankta oturmuş, başı eğikti. Fotoğrafın altında, tek kelimelik bir mesaj yazıyordu: “Gölge”.
Cem, o an anladı. Bu, bir intikam operasyonuydu. Mehmet Öztürk, doğrudan Cem’in en zayıf noktasından, kızı İlayda’dan vuruyordu. Bu, Erinç'in uyarısıydı.
Panik ve öfke içinde hemen Erinç’i aradı. Erinç’in sesi her zamanki gibi sakindi, sanki bu anı bekliyordu.
Cem, korku ve öfkeyle bağırdı.
—Seninle konuşmak için vaktim yok! Kızımı bulmam lazım! Bu senin düşmanın, senin yüzünden oldu!
Erinç, Cem’in öfkesine karşı koydu.
—Sakin ol, Başkomiser. Panik, düşmanın en büyük kozudur. Unutma, o, senin gölgeni kullanacak. Şimdi beni dinle. Anıl sana koordinatları gönderecek. Oraya hemen git.
Cem, telefondaki sesi dinledi. İçindeki öfke, yerini soğuk bir kararlılığa bırakmıştı. Bu, sadece bir operasyon değil, aynı zamanda babalık sınavıydı.
Cem, Erinç’in gönderdiği adrese vardığında, terk edilmiş bir depoda, bir masanın üzerinde eski model bir bilgisayar duruyordu. Bilgisayarın ekranı, Anıl'ın yüzüyle aydınlanıyordu.
Anıl, duygusuz bir ses tonuyla konuştu.
-Başkomiser... Bu bilgisayar, sadece tek bir IP adresiyle iletişim kurabiliyor. Bu adres, Mehmet Öztürk’ün cezaevindeki hackerinin adresi: Gölge.”
Cem, anladı. Mehmet Öztürk, hapishaneden bile intikamını organize edebiliyordu.
—Peki bu pislik, kızıma ne yapıyor?
Anıl’ın yüzü ciddileşti.
—İlayda, bir çeşit psikolojik oyunun parçası. Hacker, onunla iletişim kuruyor, zayıf noktalarını buluyor ve onu manipüle ediyor. Tıpkı Erinç’in bizi manipüle ettiği gibi. Düşman, Erinç’in felsefesini ona karşı kullanıyor.
Cem’in vicdanı, bu defa en derininden sarsıldı. Yıllarca süren adalet inancı, şimdi kendi kızını korumak için yasa dışı yollara başvurmasını gerektiriyordu. Bu, onun için bir felsefi ikilemden daha fazlasıydı.
Tam o anda, İlke de depoya geldi. Yüzü solgundu ama gözlerinde kararlı bir ifade vardı. Erinç’in ona verdiği eğitimi, şimdi en kişisel ve en tehlikeli sınavında kullanmaya hazırdı.
—Ne yapmamız gerekiyor?
Anıl, ekrandaki bilgileri gösterdi.
—Gölge, İlayda’yı manipüle ederken, ona bir dizi komut veriyor. Bu komutlar, onu farklı yerlere götürüyor. Her yer, bir felsefe dersinin konusuyla ilgili. Düşmanımız, Erinç’in derslerini biliyor.
—Demek ki düşmanımız, Erinç'in eski grubundan biri.
Anıl’ın sesi keskinleşti.
—Evet. Bir hacker, bir psikolog… ve bir de felsefeci. O da bizim gibi, ama gölgenin karanlık tarafını kullanıyor.
Cem, öfkeyle elini masaya vurdu.
—Bu bir oyun değil!
İlke, elini Cem’in omzuna koydu. Kendince sakinleştirmeye çalışıyordu.
—Biliyorum. Ama bu sefer, biz kazanacağız. Gölge, masumları korur. Ve İlayda da bir masum. Onu korumak için, ben de gölgemi kullanacağım. Ne gerekiyorsa yaparım.
Cem, İlke’ye baktı, yüzünde bir an için korku belirdi.
—İlke… bu çok tehlikeli. Kendini kontrol edemezsen…
İlke, gülümsedi. Fakat gülümsemesi oldukça kırık ve yamuktu.
—Söz veriyorum. Onu kontrol edeceğim. Şimdi, bana bilgisayarı verin. Onunla konuşacağım. Düşmanımızı tanıyacağım.
Cem ve Anıl, İlke’ye baktı. İlke’nin yüzünde, hem bir öğrencinin kararlılığı hem de bir savaşçının soğukluğu vardı. Bu, bir meydan okumaydı. İlke, kendi gölgesiyle yüzleşecek, düşmanın gölgesiyle savaşacaktı.
Cem, İlke’nin yüzüne bakarken, içindeki fırtınanın yavaşça dindiğini hissetti. Gölge, artık sadece bir soyut kavram değil, aynı zamanda somut bir tehlikeydi. Ve bu tehlike, onun ailesini tehdit ediyordu. Artık tek bir yolu vardı: Gölgeyi anlamak, onu kontrol etmek ve en önemlisi, kızı İlayda’yı korumak.


İlk yorum yazan sen ol!
Henüz yorum yapılmadı