25.Bölüm
*. “Adaletin olmadığı yerde özgürlük de yoktur.” – Thomas Paine*

Kör Noktaların Dansı – Mezarlık Sınavı

Gece, şehrin ışıklarından uzak, sisle kaplı mezarlığın sınırına ulaştıklarında, Cem’in kalbi göğsünde sıkışıyor gibi atıyordu. Sis, taşların üzerinde ağır bir örtü gibi duruyor, lambaların soluk ışığıyla taşlara düşen gölgeler, sessiz birer fısıltı gibi sallanıyordu.

Her adım, taşların arasındaki çimlerin hışırtısıyla birleşiyor, içlerindeki bilinçaltında uyandırdığı korkuyu görünür hâle getiriyordu. Cem, nefesini yavaşlatmaya çalışsa da kalp atışları adımlarının ritmiyle uyumlu bir tempoya ulaşmıştı.

İlke, Cem’in yanında, nefesini derin ve kontrollü almaya çalışıyordu. Parmakları hâlâ titriyordu ama gözlerindeki kararlılık korkusunu bastırıyordu. Her adımda hackerın ve düşmanın oyununu çözmek için beynindeki formüller ve olasılıklar dönüyordu. Anıl ise sessiz, donuk bir ifade ile yürüyordu. Bilgisayar çantası omzunda, parmakları bir an bile ekrandan ayrılmıyordu; her tuş vuruşu, yaklaşan fırtınanın sessiz bir habercisi gibiydi.

Cem, mezarlığın girişinde durdu. Başını hafifçe eğdi ve taşlara düşen kendi gölgesine baktı. İçinde, Erinç’in korkusu ve İlayda’yı koruma sorumluluğu birbirine karışmıştı. Bu, sadece bir rehin alma meselesi değil; vicdan ve geçmişin ağırlığıyla hesaplaşma sınavıydı.

Cem, alçak ve ciddi bir sesle konuştu.

—Burası…Erinç’in en büyük kör noktası burada.

İlke, Cem'in kararlılığını gözlerinde gördü. İçinde bir korku kıvılcımı belirdi ama onu hemen bastırdı. Derin bir nefes aldı ve fısıldadı:

—Hazırım.

Anıl, sessizce başını salladı. Bilgisayarı açtı ve ekranında bir dizi koordinatı kontrol etmeye başladı. Parmakları, tuşlarda dans ediyor, mezarlığın sessizliğiyle uyumlu bir şekilde güvenlik kameralarını geçici olarak devre dışı bırakıyordu.

Cem, İlayda’yı yanına çağırdı. Kızı, babasının elini sıkıca tuttu ve küçük adımlarla ona yaklaştı.

—Sakin ol, prensesim. Biz buradayız. Sadece gözlerini açık tut.

Mezarlığın içi, eski taşlarla ve uzun boylu ağaçlarla doluydu. Her taşın üzerinde yıllar öncesinin isimleri ve tarihler okunuyordu. Bir an, Cem’in zihninde Erinç’in kaybettiği o genç kız canlandı.

Taşların arasında, sessizliğe hapsolmuş geçmişin yankısı vardı. Cem, nefesini tuttu; adımlarını olabildiğince sessizleştirerek ilerledi.

Tam o sırada, Anıl bilgisayardan bir uyarı sesi çıkardı. Yeni koordinat, mezarlığın en karanlık köşesini gösteriyordu. Cem, derin bir nefes aldı ve kararlı bir şekilde adımlarını hızlandırdı. İlke, yanında, her adımda daha da cesurlaşıyor, hackerın oyununa karşı kendi gölgesini silah olarak kullanıyordu.

Bir mezar taşının önünde durdular. Taşın üzerindeki isim, Cem’in kalbini yeniden sıktı. Erinç’in yıllardır bastırdığı suçluluk ve acı, bu taşın arkasında yatıyordu. Mehmet Öztürk, Erinç’in en büyük kör noktasını kullanarak düşmanı alt etmeyi amaçlıyordu.

Cem sessizce fısıldadı:

—İşte burası. Hazır mısınız?

İlke, parmaklarını sıkıca kenetleyerek başını salladı. Anıl, bilgisayardan çevreyi kontrol ediyor, olası tuzakları tarıyordu.

O an, mezarlığın sessizliğini bozan ince bir uğultu yükseldi; rüzgarın taşıdığı uğultu gibi, taşların arasından gelen hafif bir hırıltıydı bu. İçlerinden biri nefesini tuttu; sessizlik, her an bir tuzağın ortaya çıkabileceği gerilimiyle titriyordu.

Cem, kalbinin derinliklerinde Erinç’in gölgesiyle yüzleşmeye hazırlandı. Geçmişin ve suçun ağırlığını omuzlarında hissediyordu.

Cem, donuk ama kararlı bir sesle konuştu.

—Hadi…İçeri girelim.

Adımlarını yavaşça mezarlığın karanlık koridorlarına doğru attılar. Her taşın, her köşenin bir hikayesi vardı; mezarlık, sessiz bir tarih dersi gibi geçmişin acılarını fısıldıyordu. İlke, her nefeste sakin kalmaya çalışıyordu, hackerın oyununu çözmek için zihinsel bir konsantrasyon içindeydi. Anıl ise parmaklarıyla bilgisayarı kontrol ediyor, olası tuzakları saniyeler içinde belirliyordu. Bulduğu anda da onları hallediyordu.

Birden, mezarlığın derinliklerinden bir gölge hareket etti. Cem, hızlıca kızı İlayda’nın önüne geçti ve sessizce nefesini tuttu.

Gölgeler, mezarlığın taşlarının arasında kıvrılarak ilerliyor, sanki onların her adımını önceden bilirmiş gibi hareket ediyordu.

İlke, bilgisayarda hackerın sinyallerini izledi. Koordinat, gölgenin hareket ettiği yönü gösteriyordu. Cem, içgüdüleriyle ilerledi, gözleri karanlıkta arayışı sürdürüyordu.

O an, gölgeyle yüzleşmenin sadece fiziksel bir meydan okuma olmadığını, psikolojik bir savaş olduğunu fark etti. Erinç’in korkusu, onların da içinde yankılanıyordu; geçmişin gölgeleri, her adımda daha da ağırlaşıyordu.

Mezarlığın en karanlık köşesinde, taşlar arasında bir tuzak vardı. Anıl, ekranda kırmızı ışıklarla uyarıyı gördü.

—Dikkat! Burada bir tetikleyici var. Sanki… hazır bir alarm gibi.

Cem, İlke’ye bir bakış attı; gözlerinde hem korku hem de kararlılık vardı.

—Biz buradayız. İlayda güvende. Sadece… birlikte hareket edeceğiz.

İlke, bilgisayara odaklandı, hackerın oyununu çözmeye çalışıyor, karşı hamleler hazırlıyordu. Her kelimesi, düşmanın zihinsel savunmasını zorlayacak bir hamleydi. Cem, kalbinde Erinç’in kaybını, kendi adalet anlayışını ve masumları koruma sorumluluğunu aynı anda hissediyordu.

O an mezarlık, sessizliğin içinde gerilimin yoğunluğu ile nefes alıyor gibiydi. Gölgeler, onların içsel korkularını aydınlatacak bir ışık gibi dans ediyor, tuzaklar ve geçmişin acıları ile birleşiyordu. Cem, İlke ve Anıl, bu karanlık labirentin içinde, sadece düşmanı değil, kendi gölgelerini de alt etmeye hazırdılar.

Her adımda taşların arasından fısıldayan geçmiş, her nefeste içlerindeki korku, bu mezarlıkta bir sınavın başladığını ilan ediyordu: Bu, sadece bir operasyon değil; gölgelerle, korkularla ve kayıplarla yüzleşme savaşıydı. Gece, sessizliğinde yaklaşan kaosun uğultusunu taşıyor ve onların içsel sınavını başlatıyordu.

-Kör Noktaların Dansı – Tuzağın Gölgesinde-

Cem, İlke ve Anıl mezarlığın en karanlık köşesine ulaştıklarında, sis daha da yoğunlaşmış, taşların üzerini neredeyse tamamen örtmüştü. Ay ışığı, uzun gölgeler yaratıyor ve taşların arasından sızan hafif rüzgar, bir uğultu gibi kulaklarına çalınıyordu.

Cem, kalbinde Erinç’in en büyük kör noktasının ağırlığını hissediyor, aynı zamanda İlayda’nın güvenliği için gözlerini dört açıyordu.

İlke, bilgisayar ekranına odaklanmıştı. Hackerın sinyalleri, tuzağın her adımını onlara gösteriyordu ama koordinatlar, sürekli olarak değişiyordu. İlke, hackerın oyununu çözmek için mantığını ve psikoloji bilgisini birleştiriyor, her hamlesini önceden tahmin etmeye çalışıyordu. Anıl ise sessizce ekranın başında, parmaklarıyla tuzakları devre dışı bırakmaya çalışıyor, olası her alarmı izliyordu.

Cem, içinde ki gerilimi bastırmaya çalışan ama kararlı bir ses tonuyla konuştu.

—Hazır olun, İlayda’yı koruyacağız.

Kız, babasının elini sıkıca tutmuş, gözlerini karanlığa dikmişti. Küçük yüreği korku ve cesaretin karışımıyla çarpıyordu. Cem, onu hafifçe öperek teselli etti:

—Sadece yanımızda ol. Her şey yolunda olacak.

İlk adımlarını attıklarında, taşların arasından hafif bir tıkırtı yükseldi. Cem, nefesini tuttu; gözlerini karanlıkta taradı. Gölgeler, mezarlığın sessizliğinde adeta canlıymış gibi kıpırdanıyor, taşların arasında dolaşıyor gibiydi. Anıl, ekrana bakarak fısıldadı:

—Tuzak aktif. Bu sadece bir fiziksel tuzak değil. Psikolojik bir tuzak. Düşman, Erinç’in korkusunu kullanıyor.

Cem’in içi ürperdi. Erinç’in kaybettiği o masum genç kızın mezarı, hackerın stratejisinin merkezindeydi. Mehmet Öztürk, sadece fiziksel bir tehditle yetinmiyor; geçmişin acılarını kullanarak düşmanın zihnini de esir alıyordu.

Tam o sırada, taşların arasından ani bir hareket belirdi. Cem, refleks olarak İlayda’yı korumak için öne fırladı. Gölge, taşların arasından hızlıca ilerliyor, sanki görünmez bir güçle onları sıkıştırıyordu.

Anıl hemen donuk ve analitik bir ses tonuyla konuştu.

—Dikkat! Hacker, sadece bizi değil, çevredeki sesleri ve hareketleri de manipüle ediyor. Tuzağa düşersek, geri dönüş yok!

İlke, bilgisayara bakarken birden hackerın mesajı belirdi:

—“Korku, seni hareketsiz bırakacak. Erinç’in gölgesi burada.”

Cem’in kalbi, Erinç’in geçmişindeki acının ağırlığıyla daha da hızlandı. İlke, hackerın psikolojik oyununu çözmek için hızlıca bir yanıt yazdı:

—“Korkuyu tanıyorum. Ama bu gölge artık benim değil. Masumların güvenliği için senin korkunu kullanacağım.”

Ekranda, hackerın kısa bir süre için tepki vermemesi, İlke’nin doğru hamleyi yaptığını gösteriyordu. Ama bu sessizlik, sadece fırtına öncesi sakinlikti.

Birden, mezarlığın derinliklerinden bir çığlık yankılandı. Cem, gözlerini karanlıkta gezdirirken, İlayda’nın titrediğini fark etti. Tuzağın bir parçası olarak, küçük kızın korkusu manipüle ediliyordu. Cem, onu korumak için hızla ileri fırladı ve taşların arasındaki gölgeyi fark etti: Bir figür, mezarlığın ortasında duruyor, yüzü kapalı ve elleri cebindeydi.

—Dur!

dedi Cem, sesi güçlü ve keskin.

Figür, adeta Cem’in sözlerini ölçer gibi yavaşça başını kaldırdı. Yüzü gölgelerle yarı yarıya gizlenmişti. Cem, içgüdüsel olarak Erinç’in kör noktasını ve düşmanın amacını birleştirdi; burası, Erinç’in yıllardır bastırdığı suçluluk duygusunun, tuzak olarak kullanıldığı noktaydı.

Anıl, bilgisayardan bir dizi tuzak devre dışı bıraktı ve fısıldadı:

—Birkaç saniyemiz var. Hızlı hareket edin.

Cem, İlayda’yı kucağına aldı ve İlke’ye işaret etti. İlke, hackerın mesajını çözmeye çalışarak parmaklarını hızla tuşlarda gezdirdi. Hacker, tuzağın bir sonraki aşamasını tetiklemek için sinyal gönderiyordu: taşların altındaki sensörler aktif hale gelmiş, her hareketi izliyor ve sesleri kaydediyordu.

—Şimdi!

dedi Cem, sesi kararlı.

—İleri!

Hızla taşların arasından geçtiler. Gölge, peşlerinden geliyordu; ama Anıl, ekran üzerinden sensörleri manipüle ederek yolu açtı. İlke, hackerın mesajını çözerek karşı hamleyi yapıyordu:

—“Senin oyununu görüyorum. Ama senin korkun, benim silahım olacak.”

O an, hackerın bilinçli bir şekilde tetiklediği psikolojik tuzak, Cem’in içinde bir çığlık gibi yankılandı. Erinç’in geçmişi, masumların kaybı, İlayda’nın güvenliği… Hepsi bir arada, Cem’in zihnini esir almaya çalışıyordu. Ama kararlılığı, korkusunun önüne geçti.

Taşların arasından geçerken, figür aniden bir hareketle Cem’in önüne çıktı. Cem, refleksle İlayda’yı korudu, figürü dikkatle inceledi. Karanlıkta yüzü neredeyse görünmüyordu ama varlığı, tuzağın merkezindeki güçtü.

İlke, bilgisayar üzerinden hızla yazdı:

—“Hacker! Senin gölgen, sadece seni korkutuyor. Masumlara zarar veremezsin. Biz buradayız!”

Figür, anlık bir duraksama yaşadı. Cem, bu duraklamayı fırsat bilerek hızla İlayda’yı ve İlke’yi figürün yanından geçirdi. Anıl, bilgisayar üzerinden sensörleri kapatarak, tuzağın aktif kısmını etkisiz hâle getirdi.

Bir anda, hackerın sesli mesajı bilgisayardan yankılandı:

—“Tebrikler… İlk sınavı geçtiniz. Ama gerçek savaş şimdi başlıyor. Erinç’in geçmişi, sadece başlangıçtı.”

Cem, nefesini yavaşça kontrol ederken, içindeki gerilimi bastırmaya çalıştı. İlke, hafifçe titreyerek ama kararlı bir şekilde babasına baktı. Anıl, bilgisayarı kapatarak sessizce başını salladı.

Cem, İlayda’yı kucaklayarak fısıldadı:

—Güvendeyiz. Ama daha yapacak çok işimiz var.

İlke, gözlerini kapatarak derin bir nefes aldı. Hackerın tuzağı, hem fiziksel hem de psikolojik olarak onları sınamıştı. Ama birlikte, gölgelerin dansını çözmüş, düşmanın oyununu bozmuşlardı.

Ve mezarlığın sessizliği, sadece bir nefeslik ara vermiş gibi duruyordu; ama herkes biliyordu ki, gerçek savaş daha yeni başlıyordu. Bu sadece bir uyarıydı.




novebo yorum yok

İlk yorum yazan sen ol!


Henüz yorum yapılmadı

🔒 Erişim Gerekli

Bu içerik yalnızca 18 yaş ve üzeri kullanıcılar tarafından görüntülenebilir.
Lütfen giriş yapın veya kayıt olun.

Novebo discord sunucusu