Önceki bölüm
Anıl, Erinç’in bakışındaki kararlılığı gördü. Her ne kadar korksa da, aynı zamanda bu zekâ ve stratejinin yarattığı hayranlığı gizleyemiyordu.
.
.
.
.
.
.
– Sessiz Gerginlik
Cem ve İlke, Erinç’in bir sonraki hamlesi hakkında sessizce tartışırken, Erinç’in zaferi sanki gölgelerden fısıldıyordu.
Adalet, artık sadece bir kavram değil, yaşayan bir güç haline gelmişti. Herkes, bir sonraki hamlenin ne olacağını merak ediyordu.
Ve Erinç… planının bir sonraki katmanını hazır ediyordu. Bu sefer, hedef sadece suçlular değil, onların en yakınındaki insanlar ve kendi karşısındaki avcılar olacaktı. Fırtına daha yeni başlıyordu.
– Fırtınanın Sessizliği
Erinç, evinin geniş salonunda sessizce oturuyordu. Ahmet Güven’in çöküşü, halkın vicdanında yankılanırken, televizyon ve sosyal medyanın yarattığı kaosun dışına çıkmıştı. Artık bir adım geri çekilme zamanıydı.
Erinç, gözlerini ekrandan kaldırmadan seslendi.
-Anıl, bu kadar. Bir süreliğine duracağız. Her fırtına gibi, bu da dinlenmeye ihtiyaç duyar.
Anıl, hâlâ gerilim dolu bir ifadeyle başını salladı.
-Ama Profesör… halk hâlâ tepki veriyor. İnsanlar bizi bekliyor.
Erinç hafifçe gülümsedi. Yaptığı ve yapacağı her şeyi planlamıştı.
-Biliyorum, ama bu bir maraton, Anıl. Her adımımız hesaplanmalı. Eğer dinlenmezsek, bir sonraki kurban ve planlarımızı hazırlayamayız. Zaman ve sabır, en güçlü silahlarımızdır.
O sırada kapı yavaşça açıldı ve İlke içeri girdi. Erinç, onu fark etti ve hafifçe başını kaldırdı.
-İlke…
dedi, sesi yumuşak ama dikkatli.
-Zaman zaman sessizlik, en çok düşündüren şeydir.
İlke, Erinç’in yanında durdu, gözlerinde kararlılık ve hafif bir merak vardı.
-Profesör, bu sessizlik… sadece bir duraklama mı, yoksa yeni bir hamlenin habercisi mi?
-Her ikisi de, İlke.
diye yanıtladı Erinç.
-Bazen planlar en çok sessizlik içinde şekillenir. Bu süre, sadece yeni hedefler değil, kendi zihnimizi de hazırlama süresidir.
İlke hafifçe başını salladı.
-Ve bu sürede kimseyi yanıltmak yok, değil mi? Anıl’ın dijital izleri, halkın dikkatinin yönlendirilmesi… Her şey hâlâ sizin kontrolünüzde.
Erinç, Anıl'a bir bakış atarak yanıtladı.
-Evet ama bu kontrol, dışarıdan görünenden daha derin. İnsanlar kendi vicdanlarını kullanacak, biz sadece sahnenin arkasındaki gölgeleriz.
İlke, Erinç’in gözlerindeki derinliği inceledi. Her kelimesi, bir ders, her bakışı bir uyarı gibiydi.
İlke önce yutkundu sonra fısıldadı.
-Profesör....Bu… sadece suçluları cezalandırmak değil, aynı zamanda insanları kendi vicdanıyla yüzleştirmek, değil mi?
Erinç hafifçe gülümsedi:
-Kesinlikle, İlke. Adaletin en güçlü hali, fark ettirmeden işlenen halidir. Ve şimdi… bu sessizlik, yeni bir fırtınanın tohumlarını ekmek için en doğru zaman.
Anıl, Erinç’in sözlerini dinlerken, bir yandan da yeni planların sessiz bir başlangıcını hissediyordu. Erinç, çalışmasına ara vermişti ama zihni hâlâ keskin, planları hâlâ devam ediyordu. Fırtına durulmuş gibi görünüyordu ama Erinç’in gölgelerindeki strateji hâlâ tüm şehri sarsacak kadar güçlüydü.
– Sessizliğin Dersi
İlke, kalbi göğsünde gümbürdeyerek Erinç'in evinin kapısını çaldı. Babasının kaza geçirdiği haberi, beyninde yankılanıyordu. Aklında tek bir soru vardı: Bu, Erinç'in işi miydi?
Kapı açıldığında karşısında Anıl değil, bütünen sakin ve kendinden emin bir şekilde Erinç duruyordu. Yüzündeki ifade, sanki bir cinayet planı değil, sıradan bir akşam yemeği planlıyormuş gibiydi.
Erinç, yumuşak bir sesle konuştu.
-Gel İlke. Biliyorum, kafan karışık. Ama bu, konuşmak için doğru zaman.
İlke içeri girdi, salonun loş ışığında Anıl'ın bilgisayar ekranındaki şifreli kodlar yanıp sönüyordu.
Anıl, İlke'ye kısa bir bakış atıp işine döndü. İlke, gözlerini Erinç'e dikti. Sesi titriyordu.
-Profesör....Babam... babam kaza geçirdi. Bu sizin işiniz mi?
Erinç, gülümsedi. Bu, İlke'nin yüzünde ilk kez gördüğü türden bir ifadeydi; bir felsefe profesörünün değil, bir babanın endişesiydi.
Erinç, İlke'ye yaklaştı ve omzuna elini koydu.
-İlke, bu bir ders. Ve bu dersin konusu, fiziksel şiddet değil, psikolojik şiddet. Unutma, ben katil değilim. Ben, sadece bir adalet elçisiyim.
İlke'nin gözleri parladı.
-Ama... neden babam? O, sadece bir yargıçtı. Hukukla işini yapan birisiydi.
-Hayır, İlke!
dedi Erinç, sonra devam etti.
-Baban, sadece hukukla işini yapan birisi değildi. O, Leyla'nın davasında, kanıtların üstünü örtenlerden biriydi. O, adaleti görmezden gelenlerden biriydi. Ve bu, cezasız kalmamalıydı.
İlke, şaşkınlıkla Erinç'e baktı. Babasının böyle bir şey yapabileceğine inanamıyordu.
-Ama... nasıl?
Erinç, Anıl'a döndü. Anıl, bir anda ekrana babasının Leyla ile ilgili bir telefon konuşmasının ses kaydını yansıttı.
Kayıtta, babası, birisiyle pazarlık yapıyor, Leyla'nın davasının üstünü örtmek için para alıyordu.
İlke'nin kalbi paramparça olmuştu. Bu, babasının vicdansızlığını gösteren bir kanıttı.
Erinç, kararlı bir sesle konuştu.
-Gördün mü İlke? Adalet, bazen en yakınlarımızdan bile kaçar. Ve bu adaletsizliğin bedeli, sadece suçlular tarafından ödenmez. Bazen, masumlar da bu bedeli öder. Sen adalet okudun ve adalete inandın. Peki ya baban?
İlke, gözünden akan yaşları saklamaya çalışıyordu.
-Peki... babamın kazası?
-Babana bir şey olmadı, İlke. Bu, sadece bir uyarıydı. Bir mesaj. Ona, adaletin gölgelerde işlediğini gösteren bir mesaj. O, artık vicdanıyla yüzleşecek. Ve bu, onun en büyük cezası olacak.
Erinç'in sözleri, İlke'nin kafasındaki tüm şüpheleri yok etmişti. Erinç, bir katil değildi. O, sadece vicdanlara dokunan bir sanatçıydı. Ancak, bu, İlke'nin içindeki korkuyu yok etmiyordu.
Erinç'in bu kadar ileri gidebilmesi, bu kadar tehlikeli olabilmesi, İlke'yi korkutuyordu.
-Peki, şimdi ne olacak?
diye sordu İlke.
Erinç, Anıl'a baktı. Anıl, başını salladı.
-Bir süre sessiz kalacağız.
dedi Erinç.
-Polisler, Ercan Karayel davasıyla meşgul olacaklar. Biz ise, bir sonraki dersimizi planlayacağız. Bu sefer, konu sadece adalet değil, aynı zamanda direniş olacak.
Erinç'in sözleri, İlke'nin kafasındaki tüm soruları cevaplamıştı. O, sadece bir suçlu değildi. O, bir felsefeciydi. Ve bu felsefenin dersleri, tüm şehri sarsacak kadar güçlüydü.
Erinç, her adım başı olan adaletsizliğe daha fazla dayanamamış ve dur demek zorunda kalmış bir sanat adamıydı.
– Gölgelerdeki Sessizlik
Erinç, salonun ortasında ağır adımlarla yürüyordu. Loş ışıklar, duvardaki kitap raflarının gölgelerini dans ettiriyor, her köşe, sessiz bir fısıltıyla planlarını saklıyordu.
Ahmet Güven’in çöküşü, halkın vicdanında sarsıcı bir yankı yaratmıştı, ama Erinç bununla yetinmeyecekti. Her şey daha derin, daha karmaşık ve daha etkili olmalıydı.
Erinç, sesini hafifçe alçaltarak konuştu.
-Anıl, bir süre sessizlik... Şehrin kendi fırtınasını yaşamasına izin vereceğiz. Biz ise yeni dersin tohumlarını hazırlayacağız.
Anıl, ekrandaki verileri izlerken hafifçe gerildi.
-Ama Profesör… dikkatler dağılırsa? Halk ve polis sizi takip etmeyi bırakırsa?
Erinç, Anıl’a bakmadı; gözleri uzaktaki raflara, orada saklı bilgi ve belgelerin arasına dalmıştı.
-Kontrol, Anıl. Her zaman görünür olan yerde değildir. İnsanlar kendi vicdanlarıyla hareket ederken, bizim işimiz onların fark etmediği bir derinlikte devam eder.
Bir anda kapı açıldı ve İlke içeri girdi. Erinç, onu fark etti; sessizliği bozdu, ama sadece bir tınıyla.
-İlke…Sessizlik bazen en güçlü dersin başlangıcıdır.
İlke, Erinç’in yanına yaklaştı. Gözlerindeki karışık ifade, korku ve hayranlığın ince bir bileşimini taşıyordu.
-Profesör…
fısıldadı.
-Bu sessizlik… yeni bir plan mı, yoksa sadece bir nefes mi?
Erinç hafifçe gülümsedi. Bu gülümseme, sıcak ve davetkâr görünüyordu, ama altında her zaman bir meydan okuma vardı.
-Her ikisi de, İlke. Sessizlik, bir sonraki adımın ön hazırlığıdır. Ve bazen, bir dersin en kritik kısmı gözden kaçan küçük detaylarda saklıdır.
İlke, Erinç’in gözlerindeki derinliği inceledi; bu sadece bir planın değil, aynı zamanda onun zekâsının ve manipülasyon yeteneğinin bir göstergesiydi.
Her bakışı, her kelimesi, İlke’ye hem bir meydan okuma hem de bilinçaltına işleyen bir çekim olarak ulaşıyordu.
İlke, sesli bir şekilde yutkundu. Neden bilmiyordu ama yanlış hissettirmesine rağmen kendisini bu sanatla adaletin birleşimine hayran olarak buluyordu.
-Ve bu kez…
dedi İlke, sesi hafifçe yumuşayarak,
-hedef sadece suçlular mı olacak? Yoksa planınız daha derin mi?
Erinç, gözlerinde hafif bir kıvılcım parlatırken İlke’ye yaklaştı.
-Adalet, İlke...Hedefler sadece suçlular değildir; bazen en büyük ders, kendi vicdanıyla yüzleşmek zorunda kalanlardadır. Ama tabii… bunu anlamak, bazı gözler için çok erken olabilir.
İlke hafifçe başını salladı, kendi karmaşık duygularını saklamaya çalışarak. Erinç’in zekâsı ve manipülatif yeteneği onu hem büyülüyordu hem de içten içe korkutuyordu. Sessiz bir tonda konuştu.
-Profesör…Siz her zaman bir adım öndesiniz. Ama bu… tehlikeli değil mi?
Erinç, İlke’ye hafifçe döndü, bakışları hem sakin hem de uyarıcıydı.
-Tehlike, İlke… Bir dersin ayrılmaz parçasıdır. Ve bazen, tehlike en çok bize yaklaştığında anlaşılır.
Anıl, ikilinin sessiz oyununu izliyordu. Erinç’in İlke’ye olan bakışı, sözlerin ötesinde bir iletişim içeriyordu. İlke, bunu hissediyor ama adını koyamıyordu. Erinç ise zekâsıyla hem planını hem de İlke’nin tepkilerini yönetiyordu. Her cümle, bir test; her bakış, bir manipülasyon.
Erinç, salonun köşesindeki masaya yürüdü, ellerini kitapların üzerine koydu.
-Yeni plan, dedi sessizce.
-Eski dersler gibi tek bir kişiyi değil, zincirin tüm halkalarını etkileyecek. Ama önce… biraz zaman. İnsanlar, kendi vicdanlarını kullanmalı. Biz, gölgelerde bekleyeceğiz. Zamanımız gelene kadar...
İlke, Erinç’in yakınında dururken, farkında olmadan hafifçe eğildi; aralarındaki mesafe, hem fiziksel hem de psikolojik olarak gerilimi artırıyordu.
Erinç’in bakışları, İlke’nin aklında ve kalbinde bir yerde iz bırakıyordu; ama bu, sadece bir test ve oyun gibi hissettiriyordu.
-Ve bu süre zarfında, her hareketimizi planlamalıyız. Anıl, senin dijital izlerin, halkın gözünü yönlendirecek; İlke, sen ise… benim zekâmı çözmeye çalışacaksın. Bundan zevk aldığını biliyorum.
İlke gözlerini kısarak Erinç’e baktı. Gözlerini kaçırmak istiyordu ama yapamıyordu.
-Sanki benim düşüncelerimi de yönetiyorsunuz.
dedi, sesi hem meydan okuyan hem de etkilenmiş bir tonda.
Erinç hafifçe gülümsedi, tam da İlke’nin beklediği, ama aynı zamanda beklemediği şekilde:
-Bazen, İlke… En büyük dersler, farkında olmadan öğrenilir. Sen farkında olsan da, olmasan da…
Bu sözler, İlke’nin içinde hem bir hayranlık hem de bilinçaltında bir çekim uyandırıyordu. Erinç’in zekâsı ve manipülasyonu, sadece planın kendisinde değil, İlke’nin kendi duygularını sorgulamasında da etkili oluyordu.
-Tamam, dedi Erinç sonunda, Anıl’a dönerek.
-Bir süre sessiz kalıyoruz. Ama unutmayın… gölgeler sessizdir, ama her zaman bir sonraki fırtınaya hazırlıktır.
İlke, Erinç’in sözlerini dinlerken, sadece planları değil, aynı zamanda kendi karmaşık duygularını da tartıyordu. Erinç’in zekâsı, stratejisi ve manipülatif ustalığı, onu hem büyülüyor hem korkutuyor, hem de merakını tetikliyordu. Kendisini 1000 parçalı puzzle'ı çözmeye çalışıyormuş gibi hissediyordu.
Bu heyecan vericiydi ama aynı zamanda yanlış yapıp baştan başlama şansının olmaması kadar da korkutucu.
Sessizlik, artık sadece bir ara değil, aralarındaki oyunun ve çekimin sahnesi haline gelmişti.
Anıl, arka planda sessizce çalışmaya devam ederken, Erinç ve İlke arasında gelişen bu sessiz, yoğun oyun, hem planın geleceğini hem de iki karakterin psikolojik derinliğini şekillendiriyordu. Fırtına durulmuş gibi görünüyordu ama gölgelerdeki bu sessizlik, çok daha büyük bir hareketin, çok daha karmaşık bir dersin habercisiydi.
İlk yorum yazan sen ol!
Henüz yorum yapılmadı