*“Kendi karanlığını kabul eden, ışığı bulur.” – Carl Jung*
Karanlık, kısa bir sessizlik doğurdu. Kanlı omzunu sıkan Erinç, derin bir nefes aldı. Bu gece sadece satıcıların değil, onları görmezden gelenlerin de hesap verme gecesiydi.
Cebindeki cihaz titreşti; Anıl’ın kaydettiği konuşmalar, kirli bağlantıların ipliklerini açığa çıkarıyordu.
Ölü ya da baygın bedenlerin arasından ağır adımlarla geçti. Genç alıcıya baktı; gözlerindeki korku, suçun gelecekte doğuracağı dehşetin hatırlatıcısı olacaktı.
-Hayatta kalacaksın çünkü tanık olman gerekiyor.
Diye fısıldadı sert ama kontrollü bir sesle.
Adam korkuyla başını sallarken, Erinç arkasını döndü. Gölgesi duvara vurdu; uzun, karanlık ve adaletin biçimsiz bir yüzü gibi.
....
Gece, şehrin üzerine ağır bir sessizlik indirmişti. Erinç, Anıl’ın koordinatlarıyla hedeflerin izini sürüyordu. Her adımı hesaplı, sessiz ve ölümcül bir ritimdeydi; gölgesi, duvarlarda dans eden bir hatırlatıcı gibi ilerliyordu.
Erinç, belgeleri ve görüntüleri güvenli bir şekilde derleyip Cem’in masasına bıraktı. Ofisteki sessizlik, Cem’in gözlerinde ilk şaşkınlığı yarattı. Bu, basit bir bilgi aktarımı gibi görünse de derin bir psikolojik savaşın başlangıcıydı.
Her kanıt, Cem’i daha çok sarsıyor ve onu her fırsatta sınıyordu. Bazen bu o kadar ağır geliyordu ki kendisine gelmesi saatler sürüyordu.
—Erinç… Bunu… nasıl buldun?
Diye sordu Cem, sesi karmaşık bir duygu yoğunluğuyla.
—Gözlemledim, analiz ettim. Sistem, her zaman kendi hatalarını gösterir; yeter ki doğru bakabilen bir göz olsun.
Cem, gözlerini bilgisayardaki görüntülerden ayırıp Erinç’e dikti. İçinde öfke, aynı zamanda merak ve bir tür çaresizlik vardı. Kendi kuralları ve değerleri, gölgede yürüyen bir adalet anlayışıyla yüzleşiyordu.
—Adalet, sadece kanunlarla sınırlı değildir. Kanunlar her zaman doğruyu korumaz; bazen doğruyu görmek için gölgeyi kullanmak gerekir. Senin de bunu göreceğini biliyorum, Başkomiserim.
Erinç’in sesi soğuk ama öğreticiydi.
Cem, derin bir nefes aldı. Kızı İlayda’yı düşündü; iştahsız ve içine kapanık davranıyordu. Erinç’in verdiği bilgiler sayesinde tacizin gerçek kaynağını fark etmişti: öğretmeniydi.
Bu gerçekle yüzleşmek, Cem’in hem öfkesini hem de çaresizliğini derinleştiriyordu. Bu konuyu öğrenmesine rağmen hala kızıyla konuşmamıştı. Söze nasıl başlayacağını bilemiyorsun çünkü.
Cem, sesi titrek ama kararlı bir şekilde sordu.
—Bu… adaletin başka bir yüzü mü? Senin her zaman gördüğün gerçeklik bu mu? Fazla karanlıkta değil misin?
—Gölgede yürüyen adalet, masumları korur, suçluları durdurur ve sistemi temizler. Ama bunu görebilmek için gözlerin karanlığa alışmalı. Benim gözlerim artık o kadar karanlık ki...
Erinç, Cem’e bir adım daha yaklaştı; tehdit değil, rehberlik eden bir duruşla:
—Eğer sen de istersen, birlikte çalışabiliriz. Ben gölgede yürürken, sen de ışıkla dengeyi sağlayabilirsin. Ama unutma, gölgeyi anlamak, onu kontrol etmeyi gerektirir. Ve senin kontrolün… hem sistemin hem de masumların hayatı üzerinde sınanacak.
Cem, ellerini masanın üzerine bastı; gözlerinde öfke, çaresizlik ama aynı zamanda bir anlayış ışığı vardı. Erinç’in manipülasyonu işe yaramıştı.
Cem, derin bir nefes alarak konuştu.
—Belki de… bazen gölgeyle yürümek gerekir. Masumlar için… adalet için.
Erinç hafifçe başını salladı. Bir zafer gülümsemesi değil, bir onay işaretiydi bu. Gölgede yürüyen adaletin ilk tohumları Cem’in zihninde yeşermişti.
Fakat biliyordu ki Cem o kadar kolay düşecek bir av değildi. Yine de onu yavaş, nazikçe ve itinayla kendi karanlığına çekecekti.
Tıpkı bir ziyafet için hazırlanan bir yemek gibi...
Gece yine şehrin üzerinde ağır bir sessizlikle ilerliyordu. Erinç, Anıl ve İlke, terkedilmiş bir depoya sessiz adımlarla yaklaştılar. Erinç’in her adımı hesaplı ve sessizdi; gölgesi duvarlarda titrek bir fısıltı gibi dans ediyordu.
Anıl’ın hazırladığı elektronik cihazlar, satıcıların ve onları koruyan polislerin hareketlerini takip ediyordu. Bu kolayca bitecek bir iş değildi fakat uğraşıyordu. Önemli olan da bu değil miydi?
İlke, Erinç’in hemen yanındaydı. Gözlerinde hem kararlılık hem de küçük bir gerilim vardı. Akut psikotik atak riski her an kapıdaydı. Erinç, bunun farkındaydı ve İlke’nin gölge tarafını kontrollü bir şekilde operasyonun lehine çevirmesini planladı.
Bu sefer işe İlke’yi de katmıştı. Onu sadece akademik anlamda eğitmek istemiyordu. Onun için çeşitli planları vardı. Yeterince ders vermişti artık eyleme geçirmesi gerekiyordu.
Depoya sessizce girdiklerinde, satıcılar panik içinde kaçmaya başladı. İlke’nin gölge tarafı ilk kez aktifleşti; yüzü değişti, hareketleri mekanik ama keskinleşti. Anıl’ın sakin sesi, ona odaklanması için rehberlik etti:
—Nefesini kontrol et, İlke. Gölge senin, sen gölgeye sahip ol.
İlke derin bir nefes aldı, içindeki kaosu bir araç olarak kullandı ve panik içindeki satıcıları sessizce etkisiz hâle getirdi. Erinç, onu uzaktan izleyerek operasyonun güvenli bir şekilde ilerlediğinden emin oldu.
İlke çok kalıplı ve dövüşmeyi bilen birisi değildi. Fakat gözleri karardığında içinde tarifsiz bir güç oluyordu.
Depoda yakalanan satıcıların ve onları koruyan polislerin kayıtları, Erinç’in planının en kritik kısmını oluşturuyordu: Cem’e sunmak. Şu ana kadar ona sunduğu kayıtlar, onu kendi ekibine katmak için yeterli olmaktan uzaktı. Cem’in bir baba ve bir polis olarak hala defalarca sınanması gerekiyordu.
Erinç’in gözleri, Cem’in şaşkın bakışlarının üzerindeydi. Zihni hâlâ depoda yankılanan kaosun ritmine bağlıydı. İlke ve Anıl, planın bir parçası gibi ilerliyorlardı; İlke’nin gölge tarafı ise kontrolü ele almıştı. Cem, ekranın başında donakalmıştı. Her bir görüntü, her bir mesaj, hem öfkesini hem de vicdanını sarsıyordu.
Erinç, Cem’in içsel çatışmasını hissediyordu: bir yanda benimsediği kanunlar, diğer yanda karanlığın içinden süzülen adaletin mantığı.
—Bu… bu kadar… karmaşık mı olmalıydı?
Diye sordu Cem, sesi fısıltıya dönerek.
Erinç, ona yaklaşırken gölgesini de Cem’in masasına doğru uzattı.
—Karmaşık olan, gerçekliğin kendisidir, Kanunlar sadece bir araçtır; gölge ise o aracın ne zaman yetersiz kaldığını gösterir. Masumları korumak, bazen sınırların ötesine geçmeyi gerektirir.
Cem, derin bir nefes aldı. İlayda hâlâ güvende değildi. Erinç’in sunduğu kanıtlar, sadece suçlulara değil, sistemi yozlaştıran kolluk güçlerine de dokunuyordu. Bunun ardından gelecek olan kaosu hissedebiliyordu.
Tam o sırada Erinç’in telefonu titreşti; Anıl’dan gelen kısa mesaj, ikinci operasyonun hazır olduğunu bildiriyordu: tecavüz suçu işlemiş ve hapisten çıkıp aynı suçu tekrar işleyen eski mahkûmlar, şehir dışında bir depoda bir araya gelmişti.
Erinç, Cem’in gözlerinin içine bakarak sessizce konuştu:
—Bu bir sınav daha, Başkomiserim. İlkinde gördüğünüz karanlık sadece başlangıçtı. Şimdi, suçun tekrar eden yüzleri ile yüzleşeceğiz. Ve bu kez… sen de yanımda olacaksın.
Cem’in gözleri önce şaşkın, sonra kararlı bir şekilde parladı. İçinde hem korku hem de merak vardı. Erinç’in manipülasyonu işe yaramıştı; Cem, artık gölgeyi anlayacak kadar derine inmişti.
Fakat hala yeterince derine kök salmamıştı.
Gece, şehir dışında terk edilmiş bir depoya ağır bir sessizlikle çökmüştü. Erinç, Cem ve Anıl arka sokaklardan sessizce ilerlerken, İlke’nin gözleri keskin bir odakla parlıyordu; gölge tarafı artık tamamen kontrol altında, her adımda sessiz ama ölümcül bir enerji yayıyordu.
Erinç, Cem’e kısa bir bakış attı; Başkomiser’in kararsızlığı bir kenara itilmeye hazırdı, ama bu ilk sınav onun gerçek iradesini ölçecekti.
Depoya yaklaştıklarında, içeriden gülüşler ve küfürler yükseliyordu. Eski mahkûmlar ve tecavüzcüler, sahnenin ağırlığını fark etmeden birbirleriyle ilgileniyordu. Erinç’in gözleri soğuk bir keskinlikle hedeflerini taradı; her biri, geçmişin gölgesinde yürüyen birer canavardı.
Erinç, soğuk bir sesle fısıldadı.
— İlke, hazır mısın?
İlke derin bir nefes aldı, içindeki kaosu bir araç olarak şekillendirdi.
—Gölge benim, ben gölgeye sahibim.
Dedi sessiz ama emin bir sesle.
Erinç başını hafifçe salladı ve Cem’e döndü:
—Bu gece, sadece suçlular değil, sistemi yozlaştıranlar da sınanacak. Hazır olmalısın. Kendini karanlığa bırak.
Cem, derin bir nefes aldı ve Erinç’in yanında yürümeye başladı. İçinde korku, öfke ve yeni bir merak vardı; gölgenin mantığını artık anlamaya başlıyordu.
İlk kez yasadışı bir davranışta bulunuyordu. Bunun bu kadar heyecan verici olması mı gerekiyordu?
Depoya sessizce girerken Anıl, kısa dalgalarla hareketleri ve konumları aktarıyordu. Erinç, Cem’i koridorun sağ tarafına yönlendirirken, İlke sol kanatta sessiz bir gölge gibi ilerledi.
İlk temas anı geldiğinde, içerideki bir mahkûm Erinç’in varlığını fark etti ve eline geçirdiği demir çubuğu savurdu. İlke, gölge tarafını kontrol ederek bir sıçrayışla çubuğu boşa çıkardı; hareketleri mekanik, keskin ve ölümcül bir ritimdeydi. Mahkûm geriye düşerken, diğerleri panikledi.
Bir tecavüzcü silahını çekti ve Erinç’e doğrulttu. Erinç hızlı bir kayışla sağa sıçradı, ama omzuna isabet eden kurşun acıyı anında hissettirdi. Yine de yüzünde acıdan çok dikkat vardı; şok aleti ve biber gazı elindeydi. Bir hamlede gazı patlattı; odada bir kaos bulutu oluştu. Mahkûmlar öksürmeye ve geri çekilmeye başladı.
Erinç daha çok biber gazı ve şok cihazı kullanmayı seviyordu. Tıpkı uyuşturucu satıcılarına yaptığı gibi yapıyordu. Daha önce yaralanan omzuna yakın bir şekilde isabet eden kurşun canını acıtsa da dayanılmayacak gibi değildi. Yaralar iyileşirdi.
İlke, gölgesini tamamen açığa çıkardı; yüzü soğuk, bakışı keskinleşmişti. Sessiz bir yürüyüşle panik içindeki mahkûmların arasına girdi, birkaçını etkisiz hâle getirdi, ama hiçbir masumu incitmedi. Her hareketi felsefi bir mantığın yansımasıydı: güç, sadece kontrol edildiğinde adaletle buluşur.
Burada sadece mahkumlar ve Erinç'in ekibi yoktu. Aynı zamanda kaçırılan kişiler de vardı. Onlar bir köşeye sinmiş ve olanlara korkuyla bakıyorlardı. Fakat içten içe kurtarıldıklarını biliyorlardı.
Cem, Erinç’in yanında ilerlerken, artık korkusunu yavaşça bırakıyordu. Gölgeye tanık olmuştu; Erinç’in yöntemleri şiddet ve kontrol arasındaki hassas dengeyi gösteriyordu. İçinde hem korku hem de hayranlık vardı; bu an, tamamen taraf değiştirmesinin başlangıcıydı.
Erinç, kısa bir işaretle Anıl’ı harekete geçirdi. Kameralar ve cihazlar devreye girdi; eski mahkûmların planları, bağlantıları ve suç ağları anında kaydediliyordu. Erinç’in stratejisi, sadece suçluları değil, Cem’in vicdanını da test ediyordu.
Operasyon tamamlandığında, mahkûmlar etkisiz hâle getirilmiş, depoda sessizlik hakim olmuştu. İlke, gölge tarafını kontrollü bir şekilde geri çekti; nefes alışı normalleşti, gözlerindeki soğuk parlaklık yavaşça insan formuna döndü.
Cem, derin bir nefes aldı ve Erinç’e baktı:
—Bunu… gördükten sonra, başka seçeneğim yok. Senin tarafında olacağım.
Cem, buraya gelmeseydi belki de buradaki masumların zarar gördüğü haberini alacaktı ve daha sonra gerekeni yapacak olsa bile masumlar için çok geç olacaktı.
Erinç, Cem’in sözlerini onaylayan kısa bir baş sallamasıyla karşılık verdi. Gölge, artık hem suçlulara hem de gözlemcilere karşı bir mesaj vermişti. Cem’in karanlığa adım atması, masumların korunması ve sistemin temizlenmesi için ilk somut adım olmuştu.
Şehirde gece hala sessizdi, ama gölge artık sadece Erinç’in değil, Cem’in vicdanında da yürüyordu. Her adım, adaletin farklı bir yüzünü, karanlık ve ışığın keskin sınırlarını ortaya çıkarıyordu.


İlk yorum yazan sen ol!
Henüz yorum yapılmadı