19.Bölüm
*“İyi bir toplum, vicdanlı bireylerden oluşur.” – Rousseau*
Şehir geceyi sessizlikle kuşatmıştı; sokak lambaları, asfaltın üzerine düşen soğuk ışıklarıyla boş caddeleri aydınlatıyordu. Erinç, Anıl’ın verdiği bilgilerle donanmış olarak evinden çıktı.
Her adımı hesaplı, sessiz ve neredeyse rüzgarın melodisi kadar hafifti. İçinde bir yorgunluk yoktu; sadece zihninin derinliklerinde kıvılcımlar çakan bir plan vardı. Her kıvılcım, adaletin gölgede nasıl yürüdüğünü gösteriyordu.
İlk hedef: şehirde gençlerin hayatlarını karartan uyuşturucu satıcıları. Erinç, onları sadece cezalandırmak istemiyordu; onları gözleyen ve koruyan polislerin de hesabını soracaktı.
Çünkü adalet, yalnızca suçluyu cezalandırmak değil, sistemi yozlaştıran unsurları da temizlemektir. Bu, gölgenin kendine has mantığıydı.
Sokaklar sessizdi ama Erinç’in zihninde bir senfoni çalıyordu. Her köşe, her gölge, olası bir hareketin izlerini saklıyordu. Erinç, zihninde hedeflerin psikolojisini çözmeye başladı; gençleri bağımlılığa sürükleyenler, kendi güçlerini küçüklere karşı perçinleyen küçük tiranlardı.
İnsan doğasının karanlık tarafı, her zaman belirli bir güç dengesi arayışında ortaya çıkar. Erinç, bu dengenin bozulduğu her yerde müdahale etmesi gerektiğini biliyordu.
Anıl, sessizce ekranları kontrol ediyor, polislerin uyuşturucu satıcılarıyla olan gizli ilişkilerini ortaya çıkarıyordu. Erinç, gözlerini ekrandaki isimlere diktiğinde bir adalet felsefesi aklına geldi:
“Gerçek adalet, sadece doğruyu söylemek değil; aynı zamanda sistemi doğruya yönlendirmektir.”
Ve işte o an, planın en önemli kısmı şekillendi: Önce suçluları izole etmek, sonra onları koruyan polisleri ortaya çıkarmak ve bilgiyi Cem’e ulaştırmak.
— Her hareketimiz, gölgenin dilinde bir mesajdır.
dedi Erinç, kendi kendine fısıldayarak.
— Ve mesaj açıktır: Masumlara zarar veriyorsan, her şeyi kaybedersin.
Sokak lambalarının altından geçerken Erinç’in gölgesi, duvarlara uzanıyor, bir nevi ona rehberlik ediyordu. İnsan psikolojisi, gücün yozlaştırıcı etkisi ve suçluların kendi inanç sistemleri üzerinde düşündü.
Bu, bir matematik problemi gibi değildi; daha çok bir felsefi denklemdi: suç + ihmal + ihanet = adaletin gölgesi.
İlk hedefe yaklaşırken Erinç, çevredeki her ayrıntıyı gözlemliyordu. Satıcılar, sokak köşelerinde kendi düzenlerini kurmuş, masum gençleri tuzağa düşürüyordu.
Erinç, onları sessizce izlerken, zihninde şu düşünceler dönüyordu: “İnsan, güçle ve korkuyla şekillenir. Ama her güç, gölgenin karşısında savunmasızdır.”
Anıl’ın yardımıyla, onları koruyan polislerin adları ve görev yerleri de ortaya çıkarıldı. Erinç, bu bilgiyi bir kenara yazdı; Cem’e sunacak, onun adalet anlayışını sarsacak bir hamle için hazır bekletecekti. Çünkü bazen adalet, gölge aracılığıyla öğretilir; ve bu gölge, sadece suçluyu değil, izleyeni de değiştirir.
— Cem’i anlamak için önce sistemi tanıması lazım.
dedi Erinç, sesi fısıltı gibi.
— Bazen en etkili ders, en yakınına en büyük darbeyi indirmektir.
Erinç, hedefin tam önüne geldiğinde durdu. Gözü, küçük detaylara takıldı: bir çöp kutusunun kenarında saklanmış bir paket, satıcıların planını ifşa ediyordu. Sessiz adımlarla yaklaşarak paketleri topladı; her hareket, bir felsefi deneme gibiydi:
“Güç, eğer masumları yok etmeye yönelirse, kendi yok oluşunu hazırlar.”
Anıl’ın verdiği koordinatlarla, koruyan polislerin adreslerini de belirledi. Erinç, onları gizlice izleyip suçlarını belgeledi; fotoğraflar, mesajlaşmalar ve küçük dokunuşlarla suçun izlerini topladı.
Bu, sadece bir operasyon değil, bir psikolojik savaştı: suçluların kendilerini güvenli hissettikleri alanlarda adaletin gölgesiyle yüzleşmeleri gerekiyordu.
İş tamamlandığında Erinç, şehir ışıklarının altında durdu. Sessizlik, sokakların üzerinde yoğun bir şekilde duruyordu. Elindeki bilgiler, sadece uyuşturucu satıcılarını değil, onları koruyan sistemin zaaflarını da ifşa ediyordu.
Bu bilgiler, Cem’e ulaştığında başkomiserin içindeki çatışmayı tetikleyecek, hem polis hem baba olarak sınanmasına neden olacaktı. Erinç, Cem’in İlayda’nın yaşadığı sorunları henüz fark etmediğini de biliyordu; kızının öğretmeni tarafından taciz edildiğini Anıl’ın raporları sayesinde öğrenmişti.
Erinç, kendi kendine fısıldadı.
— İnsanlar kendi gölgelerinden korkar. Ama bazen, gerçek gölgeyi görmek için en yakınındaki ışığı kaybetmesi gerekir.
O gece, Erinç’in gölgesi bir kez daha uzandı. Sessiz, soğuk ve ölümcül bir hakem gibi şehrin üzerinde dolaşıyor, adaletin gölgesini sessizce uyguluyordu. Uyuşturucu satıcıları alt edilmiş, koruyan polisler belgelenmişti; Cem’e gösterilecek tüm deliller, gölgede doğan adaletin sesi olacaktı.
Gözlerini kapattı ve derin bir nefes aldı. Az önce yaptığını düşündü.
Gece, şehir kadar soğuktu. Arnavut kaldırımları ıslaktı; farların sarı çizgisi sokak lambalarının arkasında titriyordu. Erinç, kapalı bir depoya çekilen küçük arka sokağa sessizce sokulduğunda nefesini kontrol eden tek şey oydu:
soğuk, hesaplanmış bir suskunluk. Karşısında duran adam, yüzü yağlı, gözleri küçük ve çabuk kaçıyordu. İşi, para ve tehlikeyle yoğrulmuş bir yüz.
İlk hareket satıcıdan geldiyse de yavaş ve panik içindeydi; Erinç onu izlerken bir yandan da adımlarını sayıyordu içinden. Satıcı bir an için teslim olmuş gibi görünse de cebinden bir zarf çekti, elleri titredi. Zarf, alıştıkları küçücük paketlerden biriydi. Sadece bir sembol, ama satıcı için bütün güvendiği dünyanın somut hali.
Erinç, konuştuğu kelimeleri ölçtü; sesinde hiç heyecan yoktu.
—Bu işi bırak, diyecek sözüm yok. Ama bir daha masama çıkan uyuşturucu kokan elleri istemem.
Satıcının gözleri ilk kez gerçek korkuyu gördü; binlerce küçük suç, kısa bir an için bütün ağırlığıyla teslim olmuştu o bakışta.
Kavga doğrudan, ama soğukkanlı başladı. Satıcı hamle yaptı koca bir eliyle Erinç’in kolunu kavrayıp zarfı sıkıca tuttu. Erinç o anın içindeki boşluğu kullandı: bir adım yana, rakibinin dengesini bozdu, dirsekle hafif ama yerinde bir müdahale yaptı.
Dövüş kısacık, ama hayatiydi; yumruklar, itişmeler, bir duvarın soğuk betonu her darbede yüzlerine çarpıyordu. Erinç acıdan beslenen bir profesyoneldi, her hareketin amacı netti: bitirmek.
Satıcı tekrar zarfı ağzına götürmeye çalıştı, sanki orada saklanacak bir kurtuluş arıyordu. Erinç’in gözleri dondu; yapılandırılmış öfke ile hareket etti. Önce zarfı kaptı, parmaklarının arasındaki zar hışırtıyla açıldı; içindeki toz, soluk ve taşınamaz bir gerçek gibi parmaklarının ucuna yayıldı. Erinç bir an durdu. Ne isteği, ne kin, sadece bir hüküm.
Ve sonra altın vuruş geldi: Erinç, satıcının çenesine tam isabet bir darbe indirdi. Darbe öyle bir noktaya isabet etti ki bütün vücut dili, bütün cesaret birden çöktü; satıcı dimdikken dizleri büküldü, elleri gevşedi, gözündeki korku anında yerini bilinçsizlikten önceki şaşkınlığa bıraktı.
Erinç darbenin ardından geri çekilmedi; soğukkanlı adımlarla satıcının yanına çöktü, kendi elleriyle onun ağzına düşen küçük paketin bir kısmını aldı. Hareket hızlıydı, amaçlı ve kesin sonra boşluğa bakıp paket parçalarını yere saçtı.
Altın vuruş, yalnızca fiziksel bir darbe değildi; o anda Erinç, satıcının bütün ticaretini, bütün sahte güvenini ve çürümüş seçimini tek bir hareketle mahvetti.
Çevredeki sessizlik, şimdi bir hüküm gibiydi. Erinç, sokağın köşesindeki lambanın titrek ışığında bir an durdu, nefesini süzdü, sonra adımlarını geriye çekip karanlığa karıştı. Arkasında bıraktığı tek şey, yere düşen küçücük paket parçaları ve birinin artık asla aynı işi yapamayacağının sessiz kanıtıydı.
Erinç yürürken içindeki boşluk doldu mu, yoksa daha da büyüdü mü, bilmiyordu ama biliyordu ki o akşam bir masanın üzerindeki pisliği temizlemişti. Altın vuruşu atılmıştı; sonuçları zaman bildirecekti.
Erinç, kapattığı gözlerini yavaşça açtı. Uyuşturucu satıcısına kendi malını denettirmişti.
Bundan da hiç pişman değildi ve asla da olmayacaktı. Onun bu hayatında pişmanlık kelimesi eklenmemişti.
Ve Erinç, gölgesinin kendi düşüncelerinden ayrı bir varlık gibi hareket ettiğini hissediyordu: adaletin ağır, ama kaçınılmaz bir terazisi vardı. Gölge yürüyordu, suçluların üzerine iniyor, masumların yanında duruyor ve izleyen herkese bir mesaj bırakıyordu:
“Güç, eğer yanlış kullanılırsa, gölge tarafından cezalandırılır.”
---
Erinç, delilleri titizlikle hazırladıktan sonra sessiz adımlarla Cem’in ofisine doğru ilerledi. Şehir ışıkları geceyi süslerken, sokaklar sessizliğin ve bekleyişin hâkim olduğu bir alan hâline gelmişti.
Erinç’in gölgesi, duvarlara uzanıyor, her adımında bir varlığın sessiz ve keskin nefesi gibi hareket ediyordu. Elinde tuttuğu dosyalar, sadece bir suçlunun değil, sistemi yozlaştıranları da ifşa edecek kanıtlarla doluydu.
Cem, ofisinde yalnızdı. Masanın üzerindeki kahve fincanı soğumuş, bilgisayar ekranındaki dosyalar geceyi bekliyordu. Erinç, kapıyı sessizce açtı ve içeri girdi; gözleri Cem’in yüzüne dikilmişti, sessiz bir soru gibi: hazır mıydı?
Cem, sesi alışılmıştan farklı, hem şaşkın hem de gölgeyi ilk defa bu kadar net hissettiğinden bir hayret vardı.
— Erinç… Burada ne yapıyorsun?
Erinç, dosyaları masanın üzerine bıraktı. Hafifçe eğildi, gözleri Cem’inkilerle buluştu:
— Bu, sadece uyuşturucu satıcıları değil, onları koruyan polisler de dahil. Hepsi belgelenmiş. Artık şehrin gözleriyle, adaletin gölgesini görebileceksin.
Cem, dosyaları açarken dudaklarını sıkıca bastı; her bir belge, her bir fotoğraf, her bir mesaj onu sarsıyor, hem polis olarak hem de bir baba olarak sınırlarını test ediyordu.
Zihninde hemen İlayda belirdi: 14 yaşındaki kızı, iştahsız, içine kapanık ve okula gitmek istemeyen bir çocuk. Erinç’in planı sadece suçluları cezalandırmakla kalmayacak, aynı zamanda Cem’in en yakınındaki hayatı, en savunmasız noktayı da aydınlatacaktı.
Aynı zamanda bunun bir tehdit olduğunu da biliyordu. Çünkü kendisi Erinç'i kızıyla tehdit etmişti. Şimdi sıra Erinç'teydi.
— İlayda…
dedi Cem, sesi titremeye başladı, kendi fark etmeden.
— Neler oluyor… ona…?
Erinç, sessizce başını salladı; bir mesaj vermişti: “Gerçek adalet sadece gölgede görünür.”
Anıl’ın sağladığı bilgilerle Cem, kızının öğretmeninin tacizine maruz kaldığını fark etti. Bir baba olarak öfke, suçlu bir polisin gölgesi gibi zihnini sardı; bir polis olarak ise suç ve ihmali belgelemek zorundaydı.
Erinç, sesi sakin ama keskin bir tonda konuştu.
— Görüyorsun, adalet, bazen gün ışığında değil, karanlığın en derin noktasında ortaya çıkar. Suçluları durdurmak, masumları korumak ve sistemi temizlemek, gölgede yürüyen bir hakimin görevidir.
Cem, nefesini derin aldı; kalbi hem öfke hem de çaresizlikle doluydu. Polis olarak sistemin içinde yıllarca yürüdüğü yolu düşündü: Adaletin kanunlarla sınırlı olduğunu sanmıştı. Ama şimdi gölge ona başka bir ders veriyordu:
Kanunlar her zaman adaleti korumaz; bazen, adaletin kendisi, karanlıkta yürümek zorunda kalır.


İlk yorum yazan sen ol!
Henüz yorum yapılmadı