Bir haftadır buradayım. Bu boş dünyada yapayalnızdım. Sesler bile yoktu, Vanessa yoktu.
Asla gündüz olmuyordu, sürekli geceydi ve sisliydi.
Artık buradan çok sıkılmıştım, en başından beri istediğim buydu ancak sadece Vanessa ile kalmaktı. Aşağı atladığından beri hayatım çok sıkıcı oldu.
Bir kaldırıma oturdum, birkaç gün önce herhangi arabadan siyah çakı bulmuştum. Çakıyı açarak kolumu sıvadım.
Koluma yan yan çizgi atmaya başladığımda yalnızlık kadar canımı yakmıyordu.
Hayatım boyunca yalnız olmuştum ancak hiç bu kadar yalnız hissetmemiştim. Yalnızlık insana bir şeyler yapar. Öfkelendirir, bok gibi hissettirir. En sonunda da sizi yiyip bitirir.
Kollarımdan kanlar akarken çakıyı kapatıp cebime attım.
En azından bu beni rahatlatıyordu.
Kolumu da kapattım. Kan, kapüşonlumun koluna bulaşıyordu ancak çok derin kesmediğim için kısa bir süre sonra akışı duracaktı.
"İstediğin bu değil miydi? Yalnız kalmak, insanların yok olmasını istemiyor muydun?"
Başımı çevirip bana baktım. Aynı hemşireyi öldürdüğüm gün gibi giyinimliydi, bembeyazdı kıyafetleri ve kanlar aynı şekilde bulaşmıştı.
“Bunu bana sen yaptın."
Ayağa kalkarak ona yaklaştım.
"O hemşireyi öldürmemi sen söyledin! James'i ve insanları senin yüzünden öldürmek istedim!"
Vanessada bunu istedi, sadece bu gerçeği kendime yediremedim.
Göğsünden ittirdiğimde geriye tökezlemişti.
"Hayatım boyunca sadece normal bir insan olmak istedim!"
Gülüyordu. Bu beni daha da çıldırtıyordu.
"İnsanlara yardım etmek istedim, onları öldürmek değil!"
Sesini benim ki gibi yükseltti.
“İnsanlara yardım ettiğinde ne olacak?! Yardım ettinde ne oldu! Küçüklüğünde sürekli enayilikler yaptın ve seni sürekli dövdüler! Babanı o gün öldürseydin hayatın daha iyi olmaz mıydı?!"
Nefsi müdafaa sayılırdı, belkide babamı öldürsem daha iyi olurdu her şey.
"Kes sesini, sana asla katılmam!"
Elimi cebime attım. Çakımı çıkardım.
“İyiliğinin karşılığını hiçbir zaman alamayacaksın Xanthus! Sen katilsin ve katil olmak için doğdun! Gerekirse kendi katilin!"
Onu tekrardan ittirdiğimde yere düştü.
“Ben katil değilim ve insan olmak için doğdum."
Üzerine çıkarak gövdesine oturdum ve açtığım çakıyı art arda göğsüne saplamaya başladım.
Yüzüme kanları sıçrıyordu, kendimi intihar dışında öldürmek garipti.
Güldü, kanlar içinde kalmıştı.
En az yüz defa bıçaklamış olmalıydım. "Gördün mü? Gördün mü? Sen busun işte."
Susmuyordu, konuşmaya devam ediyordu.
Ölmüyordu.
Yakasından yakalayıp ayağa kaldırdım. Yüz üstü yere fırlattım, ağzını açarak asfalta dayadım ve başına sert ve tek bir ayak darbesi geçirdim.
Çenesi kırıldı, artık konuşmayacaktı ve öldü.
Elimdeki çakıyla geriye tökezledim. Kendimi oldukça rahatlamış hissettim, sanki üzerimdeki tüm yükler bir anda kalkmıştı; omuzlarımda ağırlık yoktu.
Belki de gerçekten kendimi öldürürsem sonunda böyle hissedebilirdim.
Üstüm kan ile kaplıydı, beni iğrenç hissettirdi. Silkelendim ancak bulaştı mı bulaşmıştı.
Çakımı kapatarak cebime attım.
Olabildiğince bu kendime ait olan cesetten kurtulmak istedim. Birkaç adım geri geri gittikten sonra koşarak uzaklaştım.
Nereye gideceğimi bilmiyordum ancak çıkışı bulmam gerekirdi. Vanessa bana öyle söylemişti.
"Çıkışı bul."
Diye atlarken nasıl soğukkanlı kalmıştı benim aksime. Tanrım, hâlâ gözümün önünden gitmiyor!
Bacaklarım beni kendi evime getirdi. Belki içeride birileri vardır, belki de... belki de annem içeridedir.
"Anne? Anne burada mısın?"
Kimse yoktu. Ev karanlık, dağınık ve tozluydu. Adeta terk edilmişti, aynı şehir gibi.
İçeriye iyice adımladım, odalara baktım; ama gerçekten hiç kimse yoktu.
O sırada salondaki gazeteyi gördüm, tarihe baktım.
Ah, annemin öldüğü gün. Doğru ya, o gün benim için hayat durmuştu. Bu yüzden şehir bomboştu, kimseler yoktu; işte o gün herkes gitmişti, tren o zaman raydan çıkmıştı.
Gözümün önüne annemin şişmiş bedeni geldi.
Bembeyaz teni, görünen mor damarları. Ölmeden önce giydiği güzel elbisesi.
Hangi renkti? Elbisesi... elbisesi kırmızıydı. Dizlerinin üzerindeydi, göğsünü tamamen kapatıyordu ama kolları sıfırdı. Siyah saçlarının uçları kıvır kıvırdı, elleri karnının üzerinde birleştirilmiş aralarına beyaz bir gül konmuştu.
Çok güzel bir makyajı vardı suratında, kırmızı ruju ile pembe yanakları elbisesiyle uyuşuyordu; saçlarına bir o kadar yakışıyordu.
Yumuşak bir tabutta toprağa verilmişti. Ancak ölümünde insan bu kadar rahat olabiliyor tabii. Deli gibi kıskanırcasına!
Gazeteyi bıraktım ve bu tozlu evden çıkmadan önce çıkıp odama bakmak istedim.
Hâlâ bir ümit annemi görebileceğimi sanıyordum.
Merdivenlerden çıkarken gıcırdadılar, sanki bir anda kırılacakmış gibiydi.
O koridora geldiğimde içim bir bunalı verdi.
Derince soluklanarak ilerledim. İlerledim de ilerledim, parkeler gıcırdadı da gıcırdadı.
Kapıyı açtığımda kötü bir küf kokusu burnuma geldi. İçerisi o kadar karanlıktı ki hiçbir şey görünmüyordu.
Telefonumu üzerimde aradım ancak yoktu.
İçeride ne olduğunu merak ettim çünkü çok kötü kokuyordu.
Lamba tuşuna bastım ancak açılmadı, birkaç defa daha bastığımda ampul sonuna açıldı.
Kanlarla kaplanmış bir oda, yataktan duvarlara, duvarlardan yerlere. Tavanlardan bile akıyordu. Yutkundum. Öyle şok içine girmiştim ki etrafta gezen çıyanları yeni fark etmiştim. Ahşap duvarların arasından giriyorlardı.
Ampul yanarak patladı ve ışık söndü. Kapıyı kapatarak derin nefes alıp verdim.
Bu ne demek oluyor şimdi? Hayatımın özeti mi? Olabilir. Hayatımın özeti! Kanlar ve çıyanlar! Leş gibi peşimi bırakmayan bir koku! Karanlık bir oda! Hepsinin bir anlamı var.
İlk yorum yazan sen ol!
Henüz yorum yapılmadı