Tam tamına yirmi dört yaşıma girdim. Xanthus’un ve abimin ölümünün üzerinden altı sene geçti.
Hayatta yalnız kaldım, kasabayı terk ettim. Uzaklaştım herkesten, kimseyle görüşmedim. Xanthus benim tek gerçek arkadaşımdı ancak onun haricinde olan birkaçı ile de konuşmayı kestim.
Ona o uyuşturucuyu satanı sürekli aradım ama bulamadım. Onu, ona kim sattı bilmiyorum, hiçbir zaman öğrenemeyeceğim. Aynı Xanthus’u aşamayacağım gibi.
Onun ölümünden kendimi sürekli sorumlu tutuyorum. Bana en ihtiyacı olduğu zamanda yanında olamadım.
İnsan dostuna nasıl böyle bir şey yapar? Çıyan dedi, canavar dedi diye ondan uzaklaşır mı?
Dostunsa ne olursa olsun yanında olmaz mısın? En azından gidipte konuşmaz mısın?.. Ben yapmadım, Xanthus’u öldürdüm, o iyileşiyordu.
Onu ben öldürdüm. Yanında olmalıydım, yanında olmalıydım onun! Ama ne şimdi onun, ne de abimin yanına gitmeye cesaret bulabiliyorum! İkisinin ne mezarına gitmeye cesaretim var, ne de canıma kıymaya!
Öyle bomboş, bir kütük gibi yaşıyorum hayatta. Bir artı bir, pis, dağınık ve kokuşmuş evimde. Kendimi affedemiyorum, yıllar geçti ancak hala unutamıyorum.
Ona o dileği söylememeliydim, eğer söylemeseydim o belkide hala yaşıyor olacaktı.
Arabamdan indim, abimin eski arabası. Eski ve kirli. Sessiz etrafa baktım, eski kasabam. Sokakta ilerliyorum, etraf biraz sisliydi. Sadece rüzgarın korkutucu uğultusu vardı. Dallar birbirine çarpıp hışırtı sesi çıkıyordu, kuru yapraklar uçuşuyordu.
İlerlerken birde ne göreyim, Xanthus’un can çekiştiği yer.
Göğüsüm sıkışıyor, adımlarımı hızlandırıyorum ve oraya ne kadar bakmak istemesem bile yinede gözlerim kayıyor. Sıkışan göğüsüme elimi atıyorum ve duvardan destek almaya başlıyorum. Sonra Xanthus’un acı dolu sesi kulaklarımda çınlıyor. Bana yardım etmem için yakarıyor ama ona hiçbir şey yapamıyorum. Çünkü o sadece benim kafamın içinde, o altı sene öncede kaldı.
Sonra birisi omzuma dokunduğunda yerimden sıçrayarak refleks olarak onun elini ittiriyorum. Yüzüne baktığımda o adamı tanıdım. Bu Sheldondu.
“İyi misin?”
Beni tanımamış olmalıydı. Kaşlarımı çattım, emin olmak için iyice onu süzdüm. Bu cidden Sheldondu. Yaşlanmıştı, yorgun ve çökmüştü. Ama fiziği sağlamdı, büyük ihtimalle kafasını dağıtmak için spor yapıp duruyordu. Yine de aynı benim gibi ölü olmalıydı.
“Sheldon.”
Koca adam kaşlarını çattı, beni tanımış gibi durmuyordu. Tabii, büyümüştüm artık, sakallarım hafif çıkmış ve kilo vermiştim.
“Benim, Seth.”
Sheldon’un gözleri fal taşı gibi açıldı.
“Seth?”
Gülümsediğini gördüm, belkide ilk defa gülümsüyordu Xanthustan sonra. Elini başıma koydu ve çekerek omzuna yasladı suratımı, birbirimize sarıldık. Sırtıma eliyle vurduğunda, uzun zamandır hissetmediğim bir sıcaklık hissettim. Çekildi ve gülümserken yüzüme baktı.
“Hadi gel, eve gidelim.”
Oraya gidebilir miydim hiç bilmiyordum. O evde çok fazla anım vardı Xanthusla, ama belkide artık yüzleşmem gerekiyordu.
Onaylayıp eve doğru ilerledik. Kocaman adam oldum, yoluma belkide devam etmem gerekiyor. Yoksa sonum Xanthus gibi olacak.
Sheldon kapıyı açtığında içeriye baktım. Dağınık ve tozluydu, evin içi çok karanlıktı. Tekrardan göğüsüm sıkıştığında yine onun sesini duyuyorum. Ama bu sefer masum kahkahalarını.
“Hadi gir.”
İçeriye girdim, ev soğuktu, bu yüzden ceketimi çıkarma gereği duymadım.
Her zaman üst kata çıktığımız o merdivenlere baktım, artık çok tozlulardı.
“Sarah nerede?”
Aklım kızda değilken bile yine de onu sordum, sanırım umursuyormuş gibi görünmek içindi.
“Başka bir aile evlatlık aldı, daha iyi bakacaklarını söyledi. Çok sık olmasa bile arada yine de görüşüyoruz, oldukça mutlu. Xanthus onun için bir çocukluk travması oldu. Belki de hatırlamıyordur, on iki yaşına geldi.”
Şaşırmıştım. Koltuğa oturduk, Sheldon perdeyi biraz açtı. İçeriye azıcık olsada ışık girmişti. Benim evin aksine, dağınık olmasına rağmen hala güzel kokuyordu. Xanthus’un kokusu hâlâ içerideydi.
“Neden peki? Bildiğim Sheldon böyle bir şey yapmazdı.”
“Bakamadım. Bir türlü toparlanamadım ki Sarah ile ilgileneyim. Zaten alkolik bir babaya da ihtiyacı yoktu, bu evdede kalsın istemedim. Xanthus’u da çok hatırlamıyor zaten. Böylesi daha iyi oldu.”
Başımı sallayarak onayladım. Evin garip bir havası vardı, aramızdada öyle. Uzun yıllar boyunca görüşmedik, bir anda burada olunca insanın bir şeyler yapası gelmiyor.
“Kahve falan?”
“Olur. Sağol.”
Sheldon ayağa kalktı ve mutfağa gitti.
O sırada oturduğum yerden etrafa bakındım. Burası çok sessizdi ama bir sürü ses vardı.
Xanthusun hala buralarda gezdiğini hissedebiliyor gibiydim. Sanki yine üst kata çağıracakmış gibi geliyordu. Belki en kötü ot içeriz diye. Ot içtiğimiz zamanları özlüyorum. Onu ayrı özlüyorum.
Sheldon geldi ve önümdeki tozlu sehpaya kahveyi koydu, yan koltuğa oturdu. Elindeki kahvesinden bir yudum aldı.
“Nerelerdeydin? Hiç göremedim seni.”
Kupaya uzanarak elime aldım ve avucumu ısıtsın diye kucağımda tuttum.
“Abim ve Xanthus öldükten sonra başka kasabaya yerleştim. Burada sürekli o ikisini gördüm. Cenazelerine gitmedim diye bana kızıyor olmalılar, korktum ve kaçtım. Özür dilerim, cenaze-“
Lafımı elini kaldırarak kesti.
“Sorun değil. Eğer cenazeyi sen yapsaydın ben gelmezdim ama birisinin ilaha o cenazeyi kaldırması gerekiyordu. Kolay olmadı.”
Zor olmalıydı, kendimi kötü hissettim. Tüm yükü Sheldon’un üzerine yıkmıştım. Böyle hissetmeden edemedim.
Kahvemden biraz içtim, güzeldi. Sheldonun kahvesi her zaman güzeldi.
“Eee sen neler yapıyorsun? Üniversite, iş?”
Başımı iki yana salladım.
“Üniversiteyi bıraktım, akşamları çalışıyorum. O da ihtiyaçlarımı çıkarayım diye.”
Sheldon onayladı. Yine aramıza garip bir sessizlik girdi. Kimse Xanthus hakkında konuşmuyordu.
“Şey… ben yukarı çıkabilir miyim? Yani… Xanthus’un odasına.”
Koca adam onayladı. “Öldüğünden beri sadece cenaze kıyafetini almak için girdim. Cesaret edemiyorum.”
Benim içinde öyle olacaktı. O odaya girmek kolay olmayacak. Bir de hiç dokunmamış Sheldon odaya. En son nasılsa öyleydi.
Ayağa kalktım. Merdivenleri yavaş yavaş çıkarken Sheldon’a baktım. O hala orada oturuyordu, gelme gibi bir niyeti yoktu.
Merdivenleri bitirdim, kapının karşısına geldim ve durdum. Kapının koluna uzanırken ellerimin ne kadar titrediğini fark ettim, bakmasaydım fark etmezdim.
Sıkıca tutarken derin mi derin bir iç çektim. Kalbim güm güm atıyordu. Sanki odada beni bekliyormuş gibiydi. On sekiz yaşındaki o Xanthus, sanki karşımda belirecekmiş gibiydi.
“Ha siktir ya… yapamıyorum.”
Kapı kolunu bıraktım ve elimi duvara koyarak soluklandım. Göğüsüm inanılmaz bir şekilde sıkışıyordu.
İlk yorum yazan sen ol!
Henüz yorum yapılmadı