Evin önüne geldim. James’in kafasını yere vururken suratındaki kanlar üzerime ve yüzüme sıçramıştı. Dikiz aynasından yüzüme baktım ve kanları sildim.
Avuçlarımı sıktım. Kemerimde asılı olan bıçağı kontrol ettim. Elime alarak bıçağı açtım ve bir süre baktım. “Çıktığım yolun beni getirdiği yerdeyiz. Ruhun artık huzur bulacak Xanthus.” Dikiz aynasından onun yansımasını gördüm, saniyesinde kayboldu.
Bıçağı kemerime sokarak arabadan çıktım. Eve ilerlemeye başladım.
Xanthus’un evine epeydir gelmemiştim, içerisini uzun zamandır görmüyordum.
Oğlanın her şeyi burada yaşaması içimi boğuyordu. Mektupta yazdığı her şey, küçükken çektiği her şey. Yüreğimi daha da sıkıyor, kendimi daha da suçluyordum.
Kapıyı çaldım. Belki de taşınmış olabileceklerini düşündüm. Eğer öyle bir şey olsaydı onu bulmak epey bir zor olacaktı.
Tekrar çaldım kapıyı. Yumruğumla birkaç defa kapıya vurup zile bastım.
Bir süre sonra neredeyse gitmek üzereyken bir kadın açtı kapıyı. Xanthus’un üvey annesini hiç görmemiştim ama o olmalıydı.
“Shannon evde mi?”
“Kimsiniz?”
“Evde mi?”
“Kimmiş An?”
İçeriden gelen o adama baktım. Kadın arkasını dönüp kapıyı açtı. Karşımda onu gördüm. Kaşlarımı çatarak yutkundum. Hızla nefes alıp vermeye başladım, yumruklarımı sıktım.
“Sheldon.”
Başımla onayladım. Onu öldürmek istiyorum, kesinlikle öldürmek istiyorum. Bacaklarını kırıp parmaklarındaki tırnakları tek tek koparmak istiyorum. Bir yamyam gibi kendi etini kesip ona yedirtmek istiyorum.
“İçeri gel.” Ellerim tir tir titriyor. Yüreğim hiç soğumuyor.
İçeriye girdim. Etrafa bakındım. Xanthus’un anlattığı her şey buradaydı. Sanki her birini teker teker görüyordum.
“An, siz Mike ile dışarıya çıkın. Sheldon ile konuşacağımız şeyler var belli ki. Kasabadan kalkıp buraya kadar gelmiş.”
Kadın itaatkar bir şekilde onayladı. Yukarı kata çıktı. Daha sonrasında Shannon’a baktım, salondaydık. “Otursana, sana kahve getireyim.”
“Seninle kahve içmeye gelmedim.”
Güldü. Sonrasında koltuğa oturdu.
Kadınla oğlu dışarıya çıkarken oğlu Shannon’un yanına geldi. Shannon onun eline birkaç para verdikten sonra yanağını öptü.
Mike, Xanthus’a hiç benzemiyordu. Xanthus zaten annesine benziyordu, babasıyla hiçbir alakası yoktu. Mike ise babasına benzemişti, yakından uzaktan kimse kardeş olduklarını anlayamazdı.
Büyümüştü, on beş yaşında olmalıydı. Salondan ayrıldı ve evden çıktılar.
“Kahve içmeye gelmedin, belli ki muhabbet etmeye de gelmedin, ne diye buradasın? Eski günlerden bahsetmeye mi geldin? Xanthus’a yaptığım şeyin hesabını mı soracaksın?”
“Xanthus bir mektup bırakmış. Sana ne kadar öfkeli olduğunu anlatıyor, senden nasıl intikam almak istediğini söylüyor. O yaşarken ona yaptıklarından haberim vardı ama burayı geride bırakıp yeni bir hayata başlamıştık. Seni öldürmek için geri dönseydim bu onun için kötü olacaktı.”
“Altı sene geçti, onun öz babası olmama rağmen ben bu kadar etkisinde kalmadım. Gerçekten onu öz oğlun gibi seviyorsun değil mi? Aidan gibi.”
Başımı yana çevirdim, derin bir nefes aldım. Öfkeme daha fazla hakim olmaya çalışıyordum ama dayanacak gibi değildim. Bir an önce onu öldürmek istiyorum.
“Onun adını ağzına alma. Kendine baba diyebiliyor musun sen? Mike’ın yüzüne nasıl bakıyorsun? Xanthus öldükten sonra ben Sarah’ın yüzüne bakamadım. Evde duramaz oldum, sen ise biricik oğlunun eline birkaç para sıkıştırıp öpüyorsun.”
“Merak ediyorum, neden Xanthustan öyle nefret ettin? Sana ne yaptı? Ya da karından, onlardan ne istedin?”
“Sevemedim işte, sırf karım ve oğlum olduklarından dolayı onları sevmek zorunda mıyım?”
Güldüm. “Babanın seni sevmediği gibi değil mi? Sana yaptığı her şeyi oğluna yaptın, çünkü sen babana hiçbirini yapamıyordun. Küçüklüğünden beri ilgi bağımlısı bir piçsin.”
Ayağa kalktı, karşıma geldi. Onu oldukça öfkelendirmiştim, başından beri yapmak istediğim zaten buydu. Onu kışkırtmak.
“Sende ona iyi davrandın değil mi? Babamın sana davrandığı gibi. Küçüklüğünden beri şımarık bir orospu çocuğusun kardeşim.”
İlk yorum yazan sen ol!
Henüz yorum yapılmadı