Deadline

user
umutmorkan

Bölüm 1:Bira!!!

Acıyla kıstığım gözlerimi, sol elimin başparmağındaki kesiyi görebilmek için araladım. Yukarıdan aşağıya inen, ince ama derin bir yara vardı.

Yere damlayan her kan damlasıyla birlikte, havada kırmızı renkte –1 HP yazısı beliriyor, sonra bir duman gibi kayboluyordu.

Buraya kadar her şey kabul edilebilirdi.

Ama bu his...

Bu zonklama, bu sızı... olmamalıydı.

Hâle’nin biz insanlar için yarattığı bu Meta Dünya’da, acı hiç var olmamış olmalıydı.

Belki de sadece zihnimin bana oynadığı bir oyundu.

Ama kılıcımı çekerken parmağımın etinin ikiye ayrılışında hissettiğim o tiksinti verici gerçeklik...

Ve beynime bir şimşek gibi çakan o keskin acı…

Hanın içinde toplanan köylü NPC’ler, sabırsızca “Bira! Bira!” diye bağırıyor, her çığlık bir öncekini bastırarak ortamı iyice gerginleştiriyordu. Coşku, dört bir yana yayılıyor; bekleyiş dayanılmaz bir hâl alıyordu.

Acıyı düşünmeme bile fırsat bırakmayan bu uğultu, sinirlerimi zıplatıyordu.

İstediklerini versem… belki kısa süreliğine susarlardı.

Bölüm 2: Geri Dönüş Yok

“René Bey, ailenizin fazla vakti kalmadı. Karınız ve çocuğunuz için kalan zamanı hesapladık. Bu dünyada… en iyi ihtimalle sadece bir günleri

“René Bey, ailenizin fazla vakti kalmadı. Karınız ve çocuğunuz için kalan zamanı hesapladık. Bu dünyada… en iyi ihtimalle sadece bir günleri var.”

Doktorun sesi buz gibi havada yankılandı.

“Eğer… Meta World’e geçmelerine izin verirseniz…” dedi titrek bir nefesle.
“Orada… binlerce yıl yaşayabilecekler.”

Bir an sessizlik oldu. Rüzgâr bile susmuş gibiydi.
Kalbim göğsümden fırlayacak gibi çarpıyordu.
Onları… gerçekten kaybetmek üzere miydim?

“Onaylıyor musunuz, René Bey?”

Boğazım düğümlendi. Gözlerimi kapattım.
Artık geri dönüş olmadığını biliyordum. Bir haftadır bekliyordum. Her saniye… onların Meta World’deki ömründen yüzlerce yılı çalıyordu.

Ben bencil bir adamım. Ama onlarla yaşamaya devam etmek istiyorum…
Asla bitmeyecek bir gün.
Asla tükenmeyecek bir hayat.

“Onaylıyorum.”

Bölüm 3: Ne Kadar Borç, O Kadar Sadakat
August 27
Show less
“Brr…x!!! RENE, EFENDİMİZ!!!”

Zaman düşüyor… Daha fazla düşmesine izin veremem.
Onları tekrar kaybetmeyi göze alamam.
Kurtarabileceğim her saniyeyi kurtaracağım.

Kutsal Batı Bloğu çöktü.
Geçtiğimiz her köy, her canlı sebepsiz ve anlamsız şekilde ölüyor.
Sanki biri eline bir tırpan almış da Kutsal Batı Bloğu’na savurmuş gibi.

Gecenin karanlığında…
Atreas’ın atının terkisinde asılı duran fenerin ışığı olmasa, birbirimizi kaybederdik.

Düşüncelerimin ağırlığından mı, yoksa kıran kırana yağan tipinin boğucu sesinden mi bilmem…
Atreas bir şey söylüyor sanırım.
Ama duyamıyorum.

Konuşmak için sağ elimi eyerden çıkardım.
Ağzımdaki purroyu başparmağım ve işaret parmağımla tutup yavaşça çektim.

Seslendim:
— Neler oluyor, Atreas?!

Atreas atını iyice benim atıma yaklaştırdı.
İki at da artık tırısa düşmüş durumda.

— Tipi bizi yoldan saptırmış efendimiz.
Batıya sürmeliyiz. Orion’u büyüten kadının köyü orada.

O köyü bilmeyen yoktu.
Oyundaki en iyi şarapları oradaki NPC’ler yapardı.
Orion’u ilk orada görmüştüm.

Artık emindim…
Onları korumak istemiş olmalı.
Aynı zamanda bizi de.

Canavar-insanlar çocukken bile çok güçlü hizmetkârlardı.
Köylüler, öküz yokluğunda Orion’u tarlaları sürmek için kullanırlardı.

“Ahh Orion… neden habersiz gittin ki…”

Atlar tipiden nefes alamıyor.
İyice yavaşlamışlar.
Koşudan düşüyorlar.

— Atreas!

“Atların kulakları çoktan dondu. Onları hayatta tutan tek şey bizim vücut ısımız.”

— Atreas, efendimiz… şimdi durursak… atlar günlerce tekrar koşamaz.
İlerlemeliyiz.

“Eğer ölürlerse, bir daha asla koşamazlar, Atreas…”

— Atları Orion’un hesabına yazalım efendimiz.

“İyi fikir… Ne kadar borç, o kadar sadakat.”

Bölüm 4: Zoraki Bir Şenlik
September 20
Played
Show less
Handa tütün dumanı duvarlara sinmişti. Nefes almak bile eziyete dönüşüyordu.
İnsanlar Tanrı’nın Parmakları hastalığından muzdaripti. Sanki bu illet, insanı insan yapan her şeyi söküp alıyor, geriye yalnızca boş bir kabuk bırakıyordu.

Barın yüksek sandalyesinde Baldor’un bira getirmesini bekliyordum. Baldor ile konuşmanın başka yolu yoktu.

Her gece olduğu gibi birkaç köylü zoraki dansını mükemmel şekilde sürdürüyor, yaşlı hancı Baldor kusursuz bir şekilde bira dağıtıyordu, piyano çalan kadın harika çalıyordu.

— Bir türlü sarhoş olmayan köylüler: “Bira! Buraya da bir daha! Bira, bira!”

Baldor yanıma geldi ve bir tahta kupa bira uzattı:
— Hoş geldiniz…

Umutsuzca sordum:
— Albert’i gördün mü, Baldor? Onlar nerede?

Baldor aynı tuhaf gülümsemeyle cevap verdi:
— Harika pişmiş etlerimiz var… Takas yapalım.

Birayı bir dikişte bitirdim, boş tahta kupayı masaya çarptım; ahşap çatırdadı.
Baldor gözünü bile kırpmadı.
Köylüler de sağır bir duvar gibi bakmadı, aynı hengâmelerine devam ediyorlardı.

Baldor yine aynı mükemmel gülümsemesiyle dedi:
— Harika pişmiş etlerimiz var… Takas yapalım.

Köydeki diğer insanlara ne olduğunu öğrenmenin yolu kalmamıştı.
“Artık burada kalamam,” diye düşündüm.

Masaya bir bozuk para attım.
Dışarı çıkmak için başımı çevirdiğimde, kupanın çıkardığı sese gözlerini diken iki kişiyi fark ettim.

Her gece tabureye çıkıp handakilere bedava bira ısmarlayan küçük maceracı ve güzel, kızıl saçlı elf hizmetkârı…

Bir haftadır hep aynı şeyleri yapıyorlardı.
Onları da hasta sanmıştım.
Ama bu gece farklıydı.

Elf hizmetkârın elinde boş bir H-Pot parlıyordu.
Böyle bir serveti, ölümün eşiğinde bile kimse kolay kolay harcamazdı.

Ayağa kalktım ve adımlarımı heyecanla onların masasına çevirdim.
Elf hizmetkâr kılıcına uzandı. Kasları gergin, duruşu dengeliydi; efendisini korumaya hazır bir kalkan gibi hareket ediyordu.

Ellerimi pelerinimden çıkarıp sakinleşmeleri için kendimi tanıttım:
— Ben Orion. Efendim Deadline René’nin sadık hizmetkârıyım. Köyden bir yardım çağrısı aldım.

Küçük maceracının gözleri büyüdü. Neşesi bir anda yok oldu; boğazı kurumuş gibi yutkundu.
Elf hizmetkâr kılıcını kavrarken ürperdi. Tüyleri diken diken olmuş, bakışları görünmez bir tehlike ararcasına keskinleşmişti.

Ama etrafta hiçbir şey değişmemişti.
Köylüler hâlâ dans ediyor, piyano aynı melodiyi çalıyordu.
Baldor’un gülümsemesi ise donmuş bir maske gibiydi.

Bölüm 5: Altınoluk’ta Bir Gece
October 15
Show less
“Hizmetkârım… Orion’u yakaladığımda, efendisinin ben — Rene Obruks — olduğunu sanal ruhuna kazıyacağım.”
Ona yapacaklarımı düşünmek, gülümsememe neden oldu.
Sözlerim karanlıkta yankılandı. Öfkem, tipiyle yarışıyordu.

Altınoluk köyüne vardığımızda gece çoktan her yanı sarmıştı.
Bir zamanlar Orion’u bulduğumda ışıkla dolu olan bu yer, şimdi ölü gibiydi.
Tipi, öfkeli bir canavar gibi uluyordu.
Ay ışığı, karla kaplı yolları tekinsiz bir sahneye çeviriyordu.
Kar, her adımda çatırdıyordu.
Gizlenmemiz artık imkânsızdı.
Atreas’ın üşüdüğünü görebiliyordum.
Belli etmemeye çalışsa da çenesi bir fındık kıran gibi titriyordu.
Orion’a olan bağlılığı, onu dinlenmekten alıkoyuyordu.

“Atreas, bu günlük yeterli,” dedim.
“Hana gidiyoruz. Atlar yorgunluktan ölecek.”
“Efendimiz… belki Orion da handadır.”
Umut ve korku, sesinde birbirine karışmıştı.

Ben bir oyuncuyum.
Bu dünyada benim için acı yaratılmadı — ne soğuk, ne sıcak.
Ne sigara öldürür, ne viski sarhoş eder.
Mükemmel bir sistem.

Yürümeye devam ettik.
Cebimden puro ve çakmağımı çıkardım.
Alev, karanlığı bir anlığına deldi.
Dumanı üflerken alaycı bir gülümsemeyle yanıtladım:
“Orion’u handa görürsem, doğmamış olmayı dileyecek.”

Atreas kaşlarını çattı.
“Orion, onu büyüten köylüleri kurtarmak için yola çıktı,” dedi.
Sesinde sitem gizliydi.
“Orion’un kurtarmak istediği tek köylü, güzel terzi Lumen.”
Dumanı geceye savurdum.

Meydana vardığımızda taş evlerin gölgeleri ay ışığında kıpırdanıyordu.
Sanki lanetli bir dansın parçasıydılar.
Hanın kararmış demir kapısı, bir canavarın ağzı gibi tehditkâr duruyordu.
Kapının önünde iki beden yatıyordu: biri büyük, diğeri küçük.
Saplanmış mızraklar, onları korkunç bir heykel gibi dondurmuştu.
Atreas’ın yüzü kireç gibiydi.
Gözleri dehşetle parlıyordu.
Ama benim için bu sadece oyunun bir parçasıydı.

Gaz lambasını kaldırarak haykırdı:
“Aman Tanrım!”
Hızla meydana koştu.
Atı huysuzlanarak peşinden sürüklendi.
Ben de ardından yürüdüm — adımlarım sakin, soğukkanlıydı.

Köşeyi döndüğümüzde Atreas dondu kaldı.
Hanın önündeki bedenlere saplananlar mızrak değil, insan kemikleriydi — kollar, bacaklar, eklemler…
Kadın donmuş halde yatıyordu, kıpırtısız.
Ama çocuk… bedeni hafifçe hareket ediyordu.
Saplanmış kemiklerin uçlarındaki eller yavaşça sallanıyordu.

“Oyunundaki delilik seviyesi yine artmış diye düşündüm.”

Bir an durdum.
Rüzgârın uğultusu tipiyle karıştı; sanki bütün köy, ölülerin nefesini içime üflüyordu.
Kısa bir sessizlik.
Sonra gerçek tekrar üzerimize çöktü.
Başımı meydana çevirdim.
Dehşet büyüyordu.
Köylü NPC’ler sanki patlamış gibiydi.
Kollar, bacaklar, kanla lekelenmiş kar…
Her yer bir kâbus sahnesiydi.

Atreas’ın boğazı düğümlendi.
Kısık bir sesle fısıldadı:
“Orion ölmemiş olmalı…”
Sanki bunu söyleyerek gerçeği değiştirebileceğini sanıyordu.
Onun endişesini hissedebiliyordum.
Umarım ölmemiştir.
NPC ölürse diriltilemez — zararım büyük olurdu.
Bu kanlı müzede Orion’un parçaları mı vardı?

Soğukkanlı bir kahkaha attım; sesim karanlıkta yankılandı.
“Orion’u kimse parçalayamaz. Umarım bu onun eseri değildir.
En iyi adamımın peşine Deadline’ların düşmesini istemem.”

Gerçek dünyayı terk edip sonsuza dek çevrimiçi kalanlar…
Kendi ölüm tarihlerinin ötesine geçmiş insanlar. Sanal ömür bağımlıları… diye mırıldandım.

Atreas, “Efendimiz, siz de bir Deadline’sınız,” dedi.
“Ben o kadar oyunun kurallarına sadık değilim.”
Tipi hafiflemişti.

Yerdeki çocuktan boğuk bir öksürük yükseldi.
Hayatı ciğerlerinden çekiliyordu.
Ağzından sızan kan, karın üzerinde koyu bir leke oluşturdu.
Atreas, baltasıyla parçalanmış bedenleri kenara itiyordu.

Ben çocuğun yanına çömeldim.
Elimi havada kaydırdım; mavi bir ışık huzmesiyle pikseller titreşti.
Ekranda yazı belirdi:
Fey — Seviye 11
Menüyü kaydırdım.
Zaman Genişlemesi Katkısı: binde bir.
Yeni başlayan biri için etkileyici.
Ama HP çubuğu son pikselinde yanıp sönüyordu.
Zamanı tükeniyordu.

Potion vermek için onu sırtüstü çevirdim.
Karınındaki delik, iç organlarını acımasızca sergiliyordu.
Kan, karla karışarak kırmızı bir bataklık oluşturmuştu.
Potion işe yaramazdı.
Soğuk bir hesaplamayla düşündüm.
Oyunun kuralı açıktı — kurtarılmazsa puanlar aktarılmalıydı.
Binde birlik katkı küçük bir şeydi, ama insanlığın her puana ihtiyacı vardı.

Atın eyerinden destek alarak ayağa kalktım.
Atlar huzursuzlandı.
Kişneyip kara vuruyor, sesleriyle bizi açık hedef hâline getiriyorlardı.
Sürüngen Doğrayıcı’yı kınından çektim.
Çeliğin ağırlığı koluma tatlı bir baskı yaptı.
Ucu ay ışığında parladı.
Kılıcın ucunu çocuğun boğazına dayadım.
“Suçlu ben değilim, evlat,” dedim.
“Oyunun kuralı böyle.”
Sadece biraz itmem yeterliydi.
Menüdeki HP çubuğu son bir kez titredi.

Tam o anda bir el, ayak bileğimi yakaladı.
“Efendime kimse dokunamaz!” diye tısladı bir ses.
Ölü sandığım kadın, karın üzerinde yatan gövdesiyle inanılmaz bir güçle tutuyordu.
Yeşil kapşonunun altından sarkan kızıl saçları, kanla lekelenmiş karın üzerinde menekşeler gibi parlıyordu.
Son nefesi, buz gibi havada buhar olup kayboldu.
Gözleri bilinçsizdi ama öfkesi canlıydı.
Sanki sistemin kendisi, ona son bir direniş gücü vermişti.

Çocuğun HP çubuğu sıfırlanmıştı.
Burnundan süzülen son kan damlası, karı kırmızıya boyadı.
Kadın hâlâ ayak bileğimi kırarcasına sıkıyordu.
Parmakları etime gömülüyordu.
Atreas’ın çığlığı geceyi yardı.
Arkamı döndüm.
Ayın solgun ışığında, ipleri kopmuş bir kukla gibi bir adam boyu yüksekte asılı duruyordu.
Yüzü gökyüzüne dönüktü.
Etrafımız, havada duran kana bulanmış insan parçalarıyla çevriliydi.
Hava bile kan kokuyordu.

Bu kâbus…
Şimdi bizim peşimize mi düşmüştü?

Bölüm 6 — Bu Bir Save Lokasyonu mu?
October 19
Played
Show less
Karın içinde kendi kanımda boğulurken, bir kılıcın soğuk çeliğinin ucu boynuma dayandığında, gerçek olmadığını bilsem de acı dayanılmazdı.
Boğazımın delinmesini yaşamak istemiyordum.

— Son duyduğum kelimeler:
“Fey, oyunun kuralı böyle. Beni bunun için suçlama.”

“Eşyaları satmak sonra…” diye düşündüm.
İçimden fısıldadım:
Oyundan çık.

— Ah!

Acıyla kıstığım gözlerimi araladım; sol elimdeki başparmağımdaki kesiyi görmek istiyordum.
Yukarıdan aşağıya inen, ince ama derin bir yara…

Yere damlayan her kan damlasıyla birlikte havada “−1 HP” yazısı beliriyor, sonra bir duman gibi kayboluyordu.

Evet… her şey aynıydı.
Oyundan çıkamamıştım.
Bu oyunda save sistemi var mıydı?

Ahh… acı hâlâ gerçek.
Tekrar denedim:
Oyundan çık.

Yine aynı şey. Oyundan çıkamıyordum.
Neden? Parmağım hâlâ acıyordu — neden bu sanal dünyada gerçekten acı duyuyordum?
Biz oyuncular için acı yaratılmamış olmalıydı.

Bir high potion şişesi hızla ağzıma girdi.

— Guluk guluk.

Awen şişeyi ağzımdan çıkardı.
Derin bir nefes aldım; korkmuş bir halde ellerime baktım.

— Dışarı çıkarsak… hepimiz öleceğiz, dedim.

Awen hafifçe gerildi, panik içinde fısıldadı:
— Gitmeliyiz. Hemen, efendimiz.

Titreyerek cevap verdim:
— Ben… ben acı çekiyorum. Çok… sen ölmeyecek misin?

Awen sıkıca bana sarıldı.
Gözlerinden yaşlar süzüldü.

— Fey, genç efendimiz… biliyorum. Size bir daha dokunmalarına asla izin vermeyeceğim.

Kendimi toparlamaya çalıştım.

Yer değiştirme taşı… diye mırıldandım.

Awen gözlerime bakıp ağlayarak hıçkırdı:
— Efendimiz, henüz 9. seviyedesiniz. Taşı kullanabilmemiz için 12. seviye olmalısınız.

Derin bir nefes aldım.
Üzerimde milyarlarca BTC değerinde eşya vardı; hem kendimi hem servetimi korumalıydım.

Hanın içinde gözlerimi gezdirdim.
Seviye atlamak için öldürebileceğim sanal canlılar arıyordum.

Bir papağan ve şöminenin önünde yatan bir kedi vardı.
Elimi havada salladım; pikseller havada asılı kaldı.

Kediyle papağanı öldürsem bile bir seviye bile atlayamıyordum.
Gözüm, şöminenin yanında piyano çalan kadına takıldı — o kadar gerçekti ki kadının varlığı beni tereddütte bıraktı.

Papağan, kedi veya bu sanal kadın… fark neydi?
Bir satır kod mu, yoksa daha da az?

Hepsi sanal dünyanın bir parçasıydı.
Tek gerçek olan, benim gördüğüm işkenceydi.

Kararımı verdim.
Handaki tüm NPC'leri öldürecektim.

Awen’e döndüm; sesi titreyerek sordum:
— Awen… benim için her şeyi yapar mısın?

Awen, umutla gözyaşlarını silerek cevap verdi:
— Evet, efendimiz.

Kendi kendime fısıldadım:
Bu seni bir canavara dönüştürecek olsa da…

Awen başını çevirdi; hanın köşesinde kendi halinde bira içip dans eden NPC'lere baktı.
Hancı Baldora’ya göz attı, sonra bana döndü.

— Evet efendimiz, her şeyi yaparım.

Planımı açıklamak için Awen'in güzel, uzun kızıl saçlarının arasından çıkan zarif, ince ve sivri kulaklarına dudaklarımı yaklaştırdım.
Kulağına fısıldadım:
— Awen, iyi dinle. Handaki tüm köylüleri öldürsek yeterli seviyeye ulaşabilir miyiz?

Awen’in gözleri kocaman açıldı.
Yüzüne bir karışıklık çöktü; sanırım delirdiğimi düşündü.
Onun için bu sanal dünya gerçekti — o da bu dünyanın bir parçasıydı.

Onun gözünden, masum insanları öldürmek isteyen bir katildim.

Kararım geri dönülemezdi artık.

Tam o sırada masaya inen bir kupa sesi duyuldu.
Korkuyla o yöne baktık.

Genç, dev gibi bir adamla göz göze geldik.
Adamın bakışı soğuk ve sorgulayıcıydı.

Bölüm 8: Halenin Keşfi
November 2
Show less
– Bunu nasıl yaptın?
– Çok basit, herkes yapabilir.
– Nasıl?
– Evrensel bir sabit. Evren yok olsa bile, buradaki bilgiye hiçbir şey olmuyor.

– Bu ağı sen yapmadın mı?
– Hayır, hayır... O hep oradaymış. Ben sadece içeri bir dosya yolladım.

– Daha açık konuşur musun? Anlamıyorum.
– Evrenimizi kapsayan, kozmik ötesi bir ağ var. Zamanın başlangıcından, hatta ondan öncesinden beri var.

– Tanrı gibi mi?
– Gibi değil... Sadece bir internet ağı ya da veri depolama sistemi gibi düşün.

– Yani... evrenin kendi interneti mi varmış?
– Evet, çok yaklaştın. Ama aslında bu, bir kavram. Kavramlar sonsuz sayıda veri depolayabilir.

– Yani içeride sonsuz veri mi var?
– Yüksek olasılıkla. Belki bizden önceki evrenlerin verileri bile… İnanabiliyor musun buna?

– Delisin sen! Bu bilgiyle ne yapmamı istiyorsun?
– Bilmiyorum… Ama dünya bunu duyduğunda hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.

– Şimdi ne yapacağız?
– Çok açım. Bir haftadır bodrumdan çıkmadım. Önce yemek yiyelim.

Beraber dışarı çıktığımızda herkes gökyüzüne bakıyordu.
Bazıları kendi dillerinde dua ediyordu.

Başımızı kaldırdığımızda, gökyüzünde siyah bir hale gördük.

– Tüm anlatacaklarınız bu kadar mı?
– Siz... sizler başlı başına bir milli güvenlik tehdidisiniz!
– Milli güvenlik mi? Adamlar resmen gezegeni açık hedef haline getirmiş!
– Bu gökyüzündeki siyah halkanın sebebi sizsiniz!

– Dostum, biz değil... O.
– Kim o?
– Yarım akıllı deli... Tiam. Ben sadece onun çok uzaktan arkadaşıyım.

– Biz kardeşiz, Enra.

Bölüm 9: Han’da Karşılaşma
3 days ago
Show less
Bardan bize bakan genç bir adamla göz göze geldik. Bakışları buz gibiydi; hanın loş ışığında bize doğru yürüyordu. Tehditkâr duruşunu yumuşatır gibi ellerini uzattı. Sesi tok, gururlu.

— Deadline Ren’in sadık hizmetkârı, Orion.

Tanışmayı Awen’e bıraktım. Eli kılıcında, her an harekete geçmeye hazır, aynı tonda yanıt verdi.

— Ben Awen. Genç efendim Feyn’in sadık hizmetkârı.

Orion başını hafifçe eğdi.

— Korkutmak istememiştim. Tanrının Parmakları’ndan mustarip bu köylüler ağzını açmıyor. Köyde daha çok insan olmalıydı. Yaşlı bir adam, geç bir terzi, çocuklar… Gördünüz mü?

— Hayır. Geldiğimizden beri sadece han sakinleri. Kimse gelmedi, kimse gitmedi.

— Demek Albert ve diğerleri çoktan hac yoluna düştü, dedi, sesinde tuhaf bir kabullenme.

— Ne hacı?

— Bilmiyor musunuz? Sabah olduğunda tüm bloklar batı bloğunu gasp edecek. Arınma Günü. İnsanlar büyük zindana gidiyor, Grantline’a yakarmak için…

İçimden geçirdim: Sabah olduğunda milyonlarca altınlık eşyayı satmış, bu lanet oyundan ebediyen kurtulmuş olacağım.

Adamı savuşturmak için, farkında olmadığım şeytani bir gülümsemeyle:

— Sabah yola çıkarız.

Orion şüpheyle gözlerimin içine baktı, sonra:

— Tavsiyem… Ben bu gece gidiyorum. Siz de en kısa zamanda ayrılın.

Son cümlesini gözlerime saplayarak, tehditkâr bir fısıltıyla söyledi. Kelimeleri üzerimizde bir ağırlık gibi çöktü. Hanın meşe döşemelerini her adımıyla inlete inlete kapıya yöneldi.

Awen fısıldadı:

— Ona söylemeliyiz. Dışarı çıkarsa öldürülecek.

— Awen, bekle, dedim soğukkanlılıkla. — Kolay ölecek birine benzemiyor. Bize zaman kazandırır.

Hanın ağır demir kapısı gıcırtılarla çarpılıp kapandı. Ayak sesleri tamamen kesildi. Ardından döndüm.

— Awen, başlayalım, dedim. Gözlerimde aç bir çocuğun neşesi.

Awen durdu, gözlerini yere indirdi. Sesindeki titreme, rüzgârın çelik bir bıçağı yaladığı gibi soğuktu.

— Masum insanları öldürmektense dışarıda kahramanca ölmeliydik, efendimiz, dedi. Sonra başını kaldırıp gözlerimin içine baktı. “Deadline’lar peşimizi asla bırakmaz.”dedi

İki elimle Awen’in sıcak omuzlarını sıktım.

— Birkaç oyun karakteri için kahramanca ölmeyi denedik. Çok can yaktı. Bu sefer benim yolumla.

Awen’in anlamsız bakışları, sözlerimi sindiremediğini gösteriyordu.

— Sen yapmazsan ben yaparım, Awen.

Tabureden indim. Sessizce piyanonun arkasına süzüldüm. Kadın hâlâ çalıyordu, sırtı bana dönük, hiç farkında değildi.

Kılıcımı iki elimle kaldırıp ensesine sapladım. Şnk! Kemik kılıcı sıkıştırdı, çekemedim.

Kadın bir an dondu, sonra yırtıcı bir çığlık kopardı:

— YARDIM EDİN! BİRİ SALDIRIYOR!

Kan fışkırdı, tuşlar kızıla boyandı. Vücudu sarsılarak piyanonun üstüne devrildi, başı klavyeye gömüldü. Kılıcım boynunda saplı kaldı.

Tam o anda sırtıma sert bir tekme indi. Havaya uçtum, meşe döşemede yuvarlandım. Can barım kırmızıya düştü.

— Awen! Awen!!! Yardım et! Canım gidiyor!!! diye haykırdım yerde kıvranırken.

NPC’ler ayağa fırladı. Sandalyeler devrildi. Tıknaz köylü öfkeyle üstüme atıldı, botuyla karnıma sert bir tekme savurdu.

— CİNAYET!

— Yardım! Muhafızlar! Saldırı altında!

— Suçlu! Cezalandırılacak!

Tekmeler yağarken ben yerde kıvranıyordum. Elim boş, kılıcım hâlâ kadının boynunda.

— Awen! Plan değişti! Korumama geç!

“Sizlere uzun zamandır hayalini kurduğum light novelimin ilk 9 bölümünü sunuyorum. Umarım beğenirsiniz. Daha iyi hâle getirebilmem ve daha fazla okuyucuya ulaşabilmem için eleştirilerinizi bekliyorum.”

user

Aslında fena değil ben sevdim elinize sağlık ama 9 bolumu tek bir sayfada okumak zor oldu benim için. Kitap olarak yayınlayın sitede okuması ve yorumlaması daha kolay olurdu.

user

“Bir gün kitabımı yayımlamayı çok isterim ama daha çok yolum var; hâlâ hikâyeye istediğim netliği veremediğimi hissediyorum. Seslendirilmiş hâllerini Instagram sayfama yüklüyorum, oradan dinleyebilirsiniz.”

user

Hikâyenizi Novebo topluluğuyla paylaşmanızdan büyük memnuniyet duyduk. Dokuz bölüm boyunca ortaya koyduğunuz emek ve devamlılık takdire değer. Ufak noktalama hataları olsa da genel anlatımınız oldukça akıcı ve okuma keyfi yüksek. Novebo olarak, yerli kurgu yazarlarının üretimlerini desteklemeyi önemsiyoruz. Katkınız için teşekkür eder, yeni bölümlerinizi heyecanla beklediğimizi belirtmek isteriz.

user

Hayal etmeye çok odaklanıyorum, yazarken çok hata yapıyorum. Yapay zekâdan bunları düzeltmesini istiyorum ama o da her zaman tam olarak düzeltemiyor.
Umarım ileride, 1. cilt tamamlandığında çok daha temiz ve düzenli bir şekilde yazacağım. İlginiz için teşekkürler.

user

Bölüm 10: Oyunun Kölesi
Her tarafım yara içinde. Bir gözüm artık yok; görüşüm kararıp açılıyor. Ayakta durmaya çalışıyorum ama dizlerim titriyor.
Alevler yavaşça sönüyor… ve o an, içlerinden elmas gibi parlayan üç metre boyunda bir iskelet çıkıyor. Kusursuz. Soğuk. İmkânsız.
Boş göz çukurları doğrudan bana bakıyor.
Bu da ne lan…?
Tepki veremeden, iskelet elini boynuna kaldırıyor. Parmaklarını yavaş, kesin ve istikrarlı bir şekilde boynunun üzerinde gezdiriyor.
Sanki üzerindeki eti hatırlıyormuş… ya da bir yer arıyormuş gibi.
Tuhaf bir sakinlikle.
Sonra — parmakları bir noktada duruyor.
Ve o anda boğazım yırtılıyor.
Sıcak kan göğsüme fışkırıyor. Dizlerim boşalıyor. Beynimin içi buz kesiyor.
Bu metadünyada insanlar için acı hiç yaratılmadı.
Acı yoktu burada.
Hiç.
Ama şimdi… yanıyorum.
Gerçekten yanıyorum.
Yıllardır oyunda olmanın unutturduğu o his,
boğazımdan içime saplanıyor.
Bir Adem gördüğüme inanamıyorum…
Gerçekmiş.
Oyuncuları korkutmak için uydurulmuş bir hikâye sanmıştım.
Ama hayır…
Oyun’un en karanlık köşelerinde gerçek umutsuzluğu, gerçek acıyı yaşattığı—
—gerçekmiş.
Ama bu his… dayanılmaz.
Gerçek.
Acı çekiyorum.
Şimdi ölmemeliyim.
Mabette dirilme bedeli akıl almaz; ne satsak yetmez.
Bu oyunun kölesi nasıl oldum?
Ah evet… her şey onun içindi.
Gerçek dünyayı bile bırakmıştım.
________________________________________
Soğuk.
İlk hissettiğim şey bu.
Metal masanın çıplak yüzeyinden bile yükselen bir soğukluk var.
Dar odada yalnızca iki sandalye… ve ben.
Sol kolumdaki tıbbi bant hâlâ yapış yapış.
Çocuğumun üzerinden zehri temizlemeye çalışırken sağlık ekibinin aceleyle yapıştırdığı bandın kenarları terden kabarmış.
Kapı açılıyor.
Başımı kaldırmadan yalnızca sesleri duyuyorum.
Komiser Tavel Miron’un ağır adımları…
ve peşindeki Dedektif Anka Solven’in daha hızlı, daha keskin ritmi.
Masaya bırakılan kalın dosya metal yüzeyde yankılanıyor.
— Rene Obruks… zor bir gece geçirdiniz. Bunun farkındayız.
Zor mu?
Zor kelimesi yaşadığımın yanından bile geçemez.
Boğazımdaki düğümü yutmaya çalışıyorum.
— Çocuğumu… kurtardılar mı?
Sesim neredeyse çıkmıyor.
Solven yanıtlıyor, soğuk ve kontrollü:
— Yoğun bakımda. Doktorlar durumu stabil tutmaya çalışıyor.
O an odanın sessizliği içime çöküyor.
Bir dünya ağırlığında.
Miron dosyayı açıyor.
Sayfaların hışırtısı bile suçlama gibi.
Komşu ifadeleri…
tartışma tutanakları…
fotoğraflar…
Her şey orada.
Benden kaçmıyorlar, kaçamazlar.
— Komşularınız birkaç gün önce eşinizle sert bir tartışma yaşadığınızı söylemiş.
— DNA testi talebi… çocuğun sizden olmadığına dair şüphe… doğru mu?
Yanağım istemsizce seğiriyor.
— Bunların olayla hiçbir ilgisi yok. Sadece… kafam karışıktı. Test yapılmadı bile!
Solven hiç gecikmiyor:
— Yapılmamış olması şüpheyi azaltmıyor, Rene.
Eşinize sürekli “benden bir şey gizliyorsun” demişsiniz.
Yumruklarım masanın altında kapanıyor.
Onların gözünde artık her şey motive edici delil.
Solven küçük plastik poşeti masaya bırakıyor.
İçindeki renksiz toz taneleri ışığın altında neredeyse parlıyor.
— Bu madde, eşinizin ve çocuğunuzun içtiği meyve suyunda bulundu.
Aynı toz mutfak tezgâhının köşesinde de tespit edildi…
ve o bölgede sizin parmak izleriniz var.
Dudaklarım kuruyor.
— Ben… dün gece su ısıtıcısını tamir ediyordum. Oradaydım, evet.
Ama bu tozun ne olduğunu bilmiyorum!
Miron’un sesi keskinleşiyor:
— Mutfakta zehir bulunması tesadüf mü?
Eşinizi zehirlemek istediniz.
Ancak içen çocuk olmuş.
İçimde bir şey kırılıyor.
Masaya yumruğum iniyor.
— HAYIR! Ben yapmadım!
Ama sesim bile…
masumiyetim kadar zavallı ve yalnız.
Kapı kapanınca odadaki hava daha da ağırlaşıyor.
Onlar koridora geçiyor, ben yalnız kalıyorum.
Ama duvarlar ince; seslerini duyabiliyorum.
Solven:
— Adamda aşırı sınıflandırma bozukluğu varmış. Tıbbi raporlarında yazıyor.
Panikleyip iz saklamaya çalışmış olabilir.
İçimden bir şey kopuyor.
Hastalığım yine suç gibi önüme konuyor.
Miron:
— Ya da gerçekten masum. Bu kadar acemi iz bırakmak fazla amatörce.
Solven yine bastırıyor:
— Ama motivasyon çok güçlü.
Komşular “bu çocuk benim değil” diye bağırdığını söylediler.
Savcı olsam tutuklama isterdim.
Ayak sesleri uzaklaşırken odadaki sessizlik kulaklarımı uğuldattı.
Zaman akmıyor.
Hava bile değişmiyor.
Boğazımdaki düğüm büyüyor.
Masanın kenarına tutunup fısıldıyorum…
aslında kimseye değil, sadece kendime:
“Çocuğuma… aile gitmeli.
Ben burada bekleyemem.
Eğer şimdi çıkmazsam… yetişemem.
O kapının ardında daha ne kadar yalnız kalabilir ki?
Tanrım… ne olur… daha fazla zamanımız olsun.”

user

Bölüm 11: Tek Bir NPC Daha
Tamamen kapanmıştım; aldığım hasarı azaltmaya çalışıyordum. Gözlerim titriyordu, nefesim kesik kesikti.
— Awen… ben senin efendinim… yardım et!
— Yoksa çok geç olacak! Bu canavarlar yine öldürecek beni!
Tam o anda tıknaz köylünün kafasının döşemeye çarpmasıyla tok bir ses çıktı. Ardından diğer NPC’nin kafası yuvarlandı. Sonra bir diğeri. Sonra bir diğeri.
Kafalar bir bir düşüyordu. Awen’in kılıcı havayı keserken neredeyse görünmüyordu.
Hemen istatistik ekranını açtım.
Yeterli olmalı.
Her kafa düştüğünde XP Bar bir çizgi daha ilerliyordu.
11. seviyeyi aşmıştım.
Birkaç tane daha… sadece birkaç tane daha, 12. seviyeye ulaştığım anda buradan kurtulabilecektim.
— Devam et, Awen! Devam et!
Awen’in gözlerinde günahın ağırlığıyla karışmış bir umutsuzluk vardı.
Ama ben… o an bir hizmetkârın duygularını umursayamayacak kadar çok acı çekiyordum.
Son kafa yuvarlandı.
Ama XP Bar… durdu.
Yeterli gelmedi.
Bir NPC daha lazımdı.
Hesapta bir yanlışlık mı vardı?
Hayır… olamaz!
Awen hiç duraksamadı. Piyanonun başında cansız yatan kadının yanına gitti. Boynunda saplı kalan kendi kılıcımı tuttu ve tek bir kesişle kadının başını gövdesinden ayırdı.
Kafa yere düştü.
XP Bar parladı.
Seviye 12.
Bir anda odanın içine ağır bir sessizlik çöktü.
Ve o sessizliği parçalayan ince bir ses yükseldi.
Bir ağlama sesi.
Titrek, kesik kesik bir çocuk ağlaması.
Üşüten… çaresiz bir sesti.
Awen bana baktı; yüzünde belirsiz bir korku vardı.
— Dışarıdan geliyor… dedim, tüylerim diken diken olurken.
Ağlama yeniden yükseldi.
Daha acıklı.
Daha boğuk.
Bir çocuğun yardım çığlığıydı.
Awen kapıya doğru bir adım attı.
— “Ona yardım etmeliyiz… bu bir çocuk,” dedi nefesi titreyerek.
Elimi kaldırıp onu durdurdum.
— Oraya gitme, Awen.
Sesim buz gibiydi.
— Bizi dışarı çekmek için bir yem olabilir. Ne olduğunu öğrenmeye hiç niyetim yok.
Ağlama sesi üçüncü kez yükseldi — bu kez çok daha yakın.
Sanki hanın kapısının hemen önünde biri diz çöküp hıçkırıyordu.
Ama kapıya yaklaşmadık.
Yaklaşamazdık.
Kapı her seferinde işkence ve acıya açılıyordu.
Sanki ardında bekleyen şey, bizi tekrar tekrar öldürmek için pusuda bekliyordu.
— Hemen yukarı çıkıyoruz! diye hırladım.
— Yer değiştirme taşını kullanıp derhal uzaklaşacağız. Dışarıdaki o şey… köylülerden bin kat acımasız. Bizi sürekli önce parçalıyor sonra öldürüyor. Bu tek şansı iyi kullanmalıyız.
Awen başıyla onayladı.

user

Bölüm 12: Ay Işığı Çatladı
Korkudan merdivenleri ikişer üçer çıkıyorduk; arkamızda yükselen o ağlama—
Artık bir çocuğunki gibi bile değildi.
Daha bozuktu.
Daha derinden geliyordu.
Sanki boğazı parçalanmış biri nefes almaya çalışıyormuş gibi…
Bir insan sesi olmaktan çıkıyordu.
Odaya ulaşabilirsek yerdeğiştirme taşını kullanacak, bu lanetli han odasını şehirdeki bir han odasıyla yer değiştirecektik. Bizim bulunduğumuz oda oraya gidecek; şehirdeki oda da buraya gelecekti. Bu yüzden kapıya ulaşmak tek şansımızdı.
Awen kapıyı açtı.
— “Efendim, çabuk içeri girin!”
İçeri atladım. O da hemen arkamdan girip kapıyı kapattı ve sürgüyü indirdi. Kapı kapanır kapanmaz kısa bir sessizlik çöktü—en azından içerisi dışarıdan daha güvenliydi.
Nefes nefese, korkudan titreyen ellerimi belimdeki çantaya uzattım ve yerdeğiştirme taşını çıkardım.
Sıradan bir kireçtaşı parçasını andırıyordu; üzerinde iki üçgeni ayıran düz bir çizgi sembolü oyulmuştu.
Taşı avucumda sıktım.
ÇAT!
Taş çatladı… ama ne toza dönüştü ne de kayboldu.
Awen pencereye koştu.
— “Efendimiz… hâlâ köydeyiz. İşe yaramadı.”
Panikle “Çalış… çalış…” diye mırıldanıyordum. Zaman gecikmesiyle ilgili bir uyarı almamıştım.
Kaşlarımı çattım.
— “Olmaz böyle. Belki temassızlık yapıyordur.”
Taşa diğer elimle tak tak diye hafifçe vurdum.
Bir, iki, üç—
Yine hiçbir şey.
Awen:
— “Efendim… belki duvara fırlatmalısınız.”
Hayatımdaki en sert atışı yapmak için kolumu gerdim.
Tam o anda zihnimde mekanik bir kadın sesi yankılandı:
“Odada parti üyesi olmayan biri var. Taş etkinleştirilemez.”
— “Awen… o burada!!!” diye bağırdım.
Awen elini kılıcına attı, fakat adımını tamamlayamadan boynundan dumanlar yükseldi; vücudu görünmez bir el tarafından yukarı çekiliyormuş gibi gerildi.
Awen’i havaya kaldıran şeyi görebilmek için gözlerimi iyice kıstım; sonunda… nihayet seçebiliyordum.
İki metreden daha uzun, tamamen elmastan oluşmuş, neredeyse şeffaf bir iskelet.
Elmas bir eli Awen’in ensesinden kavramış, onu tek bir hareketle yukarı kaldırmıştı.
Kusursuzdu. Sessizdi.
Ve sanki odanın doğal bir parçasıymış gibi kıpırdamadan duruyordu.
Elmas iskelet belirginleştikçe, ay ışığı gövdesinin içinden geçerek kırılıyor; duvarlara renkli, keskin ışık çizgileri çekiyordu.
Çizgiler odayı hafifçe dalgalanan büyüleyici bir parıltıyla dolduruyor; kırılan ışığın her titreşimi, odanın köşelerinde kısa süreli belirsiz yansımalar bırakıp kayboluyordu.


Merhaba! Tartışmanın tadını çıkarıyor gibisiniz, ancak henüz bir hesap açmadınız.

Gönderiler arasında kaybolmaktan sıkıldınız mı? Hesap oluşturarak kaldığınız yerden devam edebilir, yeni yanıtlar için bildirim alabilir, favorilerinizi kaydedebilir ve beğenilerle diğer kullanıcılara teşekkür edebilirsiniz. Birlikte bu topluluğu daha da harika bir yer haline getirebiliriz. ❤️

Yorum yapabilmek için kayıt ol veya giriş yap.

nobi

Bunları biliyor musunuz?

  • Her bölümdeki kilitli bölümleri açmak için belirli miktarda taş harcamak gerekiyor. Örneğin, bir kilitli bölümü açmak için genellikle 1 zaman taşı yada 39 güç taşı kullanılır. Başlangıçta güç taşlarınızı kullanarak bu kilitleri açabilirsiniz; güç taşları günlük olarak ücretsiz olarak yenilenebilir. Güç taşlarınız tükendiğinde, zaman taşlarınızı kullanarak kilitli bölümleri açabilirsiniz. Zaman taşları genellikle mağazada paketler halinde satılmaktadır. Her kitabın kilitli bölümlerini açmak için gerekli taş miktarı kitaptan kitaba değişiklik gösterebilir.

  • Premium abonelik hizmetimiz, kullanıcılarımıza her gün ücretsiz olarak şarj edebilecekleri Güç Taşı miktarında %40 ekstra artış sağlamanın yanı sıra, Zaman Taşı satın alımlarında %15 fazladan kazanç elde etme fırsatı sunar. Bu ayrıcalıklar, premium kullanıcılarımızın deneyimlerini optimize ederek, platformumuzda daha verimli ve keyifli bir etkileşim sağlamayı amaçlar. novebo premium

  • Novebo platformunu kullanan kullanıcılar, her gün ücretsiz Güç Taşları kazanma şansına sahiptir. Bu Güç Taşları, serinin kilitli bölümlerini açmak veya özel avantajlardan yararlanmak için kullanılır. Günlük taş miktarınızı öğrenmek ve kullanmak için lütfen platform üzerindeki ilgili güç taşı simgeye tıklayın.

  • Platformda belirli eylemleriniz sonucunda, örneğin yorum yazma gibi aktivitelerde bulunduğunuzda, kullanıcı seviyeniz artacaktır. Seviyeniz yükseldikçe, çeşitli ek özelliklere erişim kazanacak ve okuma deneyiminizi daha zengin hale getireceksiniz. Bu ek özellikler arasında özel ödüller, yeni bölümlere erişim, benzersiz çerçeve gibi avantajlar bulunabilir.

  • Burada Kaldım burada kaldım butonunu kullanarak, kütüphanenize eklediğiniz kitaptaki en son okuduğunuz bölümü kolayca takip edebilirsiniz. Ayrıca, kitap sayfasındaki 'Okumaya Başla' butonuna tıklarsanız, kaldığınız bölümden hızla devam edebilirsiniz. Bu özellikler, okuma deneyiminizi kişiselleştirmenize ve kitapları daha etkili bir şekilde yönetmenize yardımcı olacaktır.

    Novebo discord sunucusu