Bir buçuk sene olmuştu. Theron komadan çıktıktan sonra uzun bir süre yoğun bakımda kaldı, ardından fizik tedavi süreci başladı. Başlarda yürüyemiyor, konuşmakta zorlanıyordu. Kasları zayıftı, hafızası yer yer bulanıktı. Günler geçtikçe kaslarını güçlendirdi, konuşması düzeldi, hafızası toparlanmaya başladı. Doktorlar onun bu kadar hızlı toparlanmasına mucize diyip duruyordu. Şimdi neredeyse tamamen iyileşti ama hâlâ ara sıra baş ağrıları ve denge sorunları yaşıyor.
Bugün Theron’un doğum günüydü, yirmi dokuz yaşına giriyordu. “Haha, artık altmışın yarısı sayılırsın.” Moreli bozulmuştu, dudaklarını büzüştürerek pastanın karşısında oturuyordu. Uzun zamandır doğum günü kutlamamıştık.
Başına bir parti şapkası taktım ve dudaklarımın arasında ki düdüğü üfledim. “Sevinsene ya!” Şapkasını çekerek çıkardı ve kenara attı. “Benimle altmışın yarısısın diye dalga geçtikten sonra nasıl sevineyim! Ona bakılırsa sende… kaç ya…”
“Ellinin…”
“Heh! Ellinin yarısı sayılırsın.”
“Senden daha genç sayılırım en azından.” Tekrar somurttu. “Kesmek istemiyorum.” Bıçağı ona uzattım. Başını iki yana salladı. “Hadisene ya! Zaten kimseyi çağırmama izin vermedin. Keste kurtulalım artık!” Pastayı kesti, onun resimlerini çektikten sonra pastanın dilimlerini tabaklara koyup yemeğe başladık.
Her şeyin üstünden üç buçuk sene geçmiş olsa bile Theron durgunlaşmıştı. Atlattığı travma onun karakterini epey etkilemişti. Bunu belli etmek istemiyordu ama bazen geceleri uyuyamıyordu. Bir takım seslerden ürküyordu. Genelde baş ağrısı çekiyordu.
İyi görünmeye çalışıyordu ama değildi. Dikkatli olması lazımdı, başına darbe almaması gerekiyordu. Epeydir motorunu bile süremiyordu. Yani anlayacağınız, moreli çok bozuktu. İlk başlarda uyandığında yürüyemiyordu bile, diğer aylarda daha ilk defa konuşmaya başlamıştı. Çoğu arkadaşını doğru düzgün hatırlamazken benim kim olduğumdan emindi. Sonra fizik tedavi süreci başlamıştı, yavaş yavaş yürümeye başladı. Konuşmasıda düzelmişti. Hafızasıda artık yerine geliyordu. Zorla kabul ettirsem bile düzenli terapiyi kabul etmişti, bu da eski hâlini kazanmasında epey bir yardımcı olmuştu.
Yine de bazen unutkanlığı vardı, bazen beni duymuyordu da. Gözlüğünü takmaya devam ediyordu ancak bazenleri net göremiyordu da. Çok sık değildi ama nadiren olan bir şeydi. Çabuk yorulurken sık sık denge kaybıda oluyordu. Bazenleri başı fena hâlde ağrıyordu. İnsanlardan çekiniyordu, toplum içine çıkmayı tercih etmiyordu. Mekânıda bırakmıştı, gitmiyordu. Her şey Ruby’e kalmıştı, bende Theron’u bırakma taraftarı değildim zaten.
Beyni epey bir hasar aldığından, üstüne bir de iki senelik bir komada kaldığından dolayı dikkat dağınıklığıda vardı. Bazen beni dinlemiyordu, bir yere dalıp gidiyordu. Zaten ileri düzeyde bir anksiyete bozukluğuna sahipti, tüm bu olanlardan sonra, uzun süreli komanın etkisiyle de daha da şiddetlenmişti. Sürekli stres yaparken bazenleri depresyona giriyordu. Aşırı hassaslaşmıştı da, kolayca öfkeleniyordu, sese ve ışığa çok duyarlıydı. Eskisi kadar hızlı da değildi, bir daha dövüşemeyecektir. Kısacası, Theron artık önceden olduğu gibi değildi. Yine de hâlâ Therondu.
“Aidan.” Pastamı yerken ona baktım, ayaklarını sehpaya uzatmıştı. “Vladimir’e n’oldu?” Gözlerim genişledi. Uyandığından beri hiçbir zaman bu konu hakkında konuşmamıştık. Ne o sordu, ne ben anlattım. “Neden merak ediyorsun? Geçti gitti artık.” Ağzımı peçeteyle sildim ve tabağı masaya bırakarak bir sigara yaktım. “Öğrenmek istiyorum, ona n’olduğunu bilmem lazım; geceleri uyuyamıyorum.”
Sigara dumanımı üfleyerek yutkundum. “Onu öldürdüm.” Göz göze geldik. “Zamanında öldüremedim ama en sonunda geberttim o şerefsizi.” Bir süre bakıştık, daha sonra başını sallayarak onayladı ve pastayı sehpaya bırakıp bir sigara da o yaktı. “Meşru müdafaa mı sayıldı?”
“O kadar bıçak darbesini meşru müdafaa saymazlardı.” Kaşlarını çattı. “N’aptın o zaman? Kaçak mısın lan?” Güldüm. “Hayır, Nicolas suçu üstlendi.” Gözleri genişledi, oldukça şaşırmıştı ki birkaç dakika konuşmadı. Yine dalmıştı. “Nasıl suçu üstlendi? Nicolas orada mıydı ki?”
“Evet, oradaydı ya. Başıma silah doğrultmuştu.” Hatırlayarak başını salladı ve onayladı. “Kendini suçlayıp durmuş, bu yüzden bize borçlu olduğunu düşünmüş. Bende seni yalnız bırakmak istemedim, suçu üstlenmesine izin verdim. Xavier de—“
“Xavier?”
“Nicolas’ın yerine gelen yeni araştırmacı.” Hatırladı ve onayladı. “Vladimir’in tüm ekibini patlattı, hepsi tutuklandı. Ambardaki tüm illegal şeylerede el koyuldu. Artık dert edeceğimiz bir şey kalmadı, için rahat olsun.” Sigarasını dudaklarına yerleştirdi ve iyice içine çekti. Düşüncelere dalmış gibi görünüyordu. Dumanı üfleyerek konuştu, daha sonra sigarayı tuttuğu eliyle alnını ovaladı. “Özür dilerim, benim yüzümden ellerini kana bulamışsın. Bunun olmaması gerekiyordu.” Hızla kaşlarımı çattım ve yerimden fırladım. “Özür dilemesi gereken kişi sen değilsin!” Aniden sesimi yükselttiğimde yerinden sıçramıştı. “Kusura bakma… ama bir anda özür dileyince kendimi tutamadım. Sakın böyle düşünme, tamam mı? Buna asla ama asla izin vermiyorum. Ben özür dilerim, kendimi en başında korumam gerekirdi, onu öldürmek için daha erken kalkmam lazımdı. Ama üç buçuk sene oldu, artık bunları düşünüp kendimizi suçlamamalıyız. Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak çünkü.”
“Gel lan buraya.” Tek kolunu kaldırdığında ayağa kalkıp sigaramı küllüğe bastırarak yanına gittim ve sarıldık. Saçlarımı ovaladı. “Sana hiç kızgın değilim.” Gözlerim irileşti, sanki içimi okumuş gibiydi. Uyandığından beri bunu sorgulayıp duruyordum. “Aksine, sana minnettarım. Bir daha uyanmayabilirdim, benden vazgeçmediğin için teşekkür ederim.” Daha sıkı sarıldım, sanki ağlayacak gibiydim. “Asıl, sen beni terk etmediğin için ben teşekkür ederim, hastaneden tek başıma çıkacağım diye çok korkmuştum.”
Güldü. “Bu kadar uzun zaman beklettiğim için üzgünüm, çok korkmuş olmalısın. Seni hiç yalnız bırakmamam gerekiyordu.” Çekildim, dolan gözlerimi görmesin diye ayaklanıp mutfağa gittim. Başını çevirip bana baktı. “Ağlıyor musun lan?”
“Hayır, ne ağlaması.” Her ağladığımda dalga geçip duruyordu. Bu yüzden asla belli etmedim. “Çok şey atlattık.” Sigarasının dumanını üfleyerek başını geriye yaslayıp tavanı seyretmeye başladı. “Artık Vietnam’a mı gitsek? Burası beni çok sıktı.” Heyecanlandım. “Gerçekten mi?”
“Hm, evet. Artık başkalarını düşünmek istemiyorum. İki senelik komadan uyanmışım lan, n’apacağım millete bakıp. Biraz da onlar beni düşünsün.” Vietnam’a gitme olayını hatırlaması çok ilginçti. Hatırlamaz zannediyordum. Heyecanlanmıştım, küçük bir çocuk gibi. “Tamam o zaman, tüm her şeyi ayarlamaya başlayalım.”
BÖLÜM NOTU
diğer bölüm final, finale kadar biraz ara <3


İlk yorum yazan sen ol!
Henüz yorum yapılmadı