Önceki bölüm
Meydan dalga dalga tek bir sesle haykırdı. Heykel ilk kez bu kadar çok inançla sarıldı ve o an içinde, sessizce daha da büyüdü.
.
.
.
.
.
Meydan sessizlikle doluydu. Son birkaç dakika içinde Heykel'in varlığı, halkın inancıyla birlikte küçük mucizeler yaratmıştı: körün gözleri açılmış, düşen taşlar havada durmuş, çocukların yaraları iyileşmiş ve sancak kendi kendine dalgalanmıştı. Her mucize, halkın yüreklerinde hem korku hem hayranlık yarattı.
Xianrong temsilcisi, atının üzerinde şaşkınlıkla etrafına baktı. Muhafızları, kendilerine ne olduğunu anlamaya çalışırken gerildi. Bu kadar kısa sürede yaşanan mucizeler, onların planlarını tamamen alt üst etmişti.
Bir temsilci, gözlerini Heykel'in taş bedenine dikmiş halde inanamayarak söylendi.
-Bu… bu mümkün ddeğil
-Klanınızın inancı, bu… varlığı gerçekten güçlendiriyor.
Kalabalığın arasındaki Elder Yan, sessizce gülümsedi. Gökyüzüne baktı ve derin bir nefes aldı. Shu’nun gücü, halkın inancı ve Tanrının doğuşuyla birleşmişti.
Xianrong temsilcisi atını geri çekti. Yavaş yavaş, geriye doğru adım atarak ordusunu da yönlendirdi:
-Biz… geri çekiliyoruz. Ama unutmayın: bu sadece bir başlangıç. Shu’nun gücü, tüm bölgeyi ilgilendirecek.
Muhafızlar atlarının dizginlerini çekti, kervanlar ve arabalar tekrar yol aldı. Toz ve rüzgarın içinde, kalabalık yavaşça sessizleşti. Xianrong Klanı, etkilenmiş ve ürkek bir şekilde uzaklaşırken, Shu halkının gözlerinde bir kararlılık ve inanç parıltısı vardı.
Meydanın ortasında Heykel hâlâ duruyordu. İnsanlar ona bakıyor, sessizce fısıldaşıyor, kalplerinde hem korku hem de hayranlık taşıyordu. Artık onlar için bu varlık sadece eski masallardaki taş heykel değildi; onların Tanrısı olmuştu.
Elder Yan meydanda sessizce dolaşarak kalabalığa baktı:
-Şimdi… isim zamanı! Daha ne kadar zaman Tanrımıza isim vermeyeceğiz?
Kalabalık bir anda homurdanmaya başladı. İnsanlar birbirlerine bakıyor, bazıları cesurca konuşuyor, bazıları ürkekçe fikirlerini paylaşıyordu. Çocuklar, yaşlılar, genç savaşçılar… herkesin aklında tek bir soru vardı:
-Bu Tanrıya nasıl bir isim verelim?
İlk öneriler, eski ilahilerden ve masallardan geldi:
-Shu’ren, koruyucumuz olsun.
-Hayır, Lumin olmalı, ışığın ve mucizelerin adını taşımalı.
-Ama… Nox’un da olması gerek. Gölgeyi ve gücünü unutmamalıyız. Asırlar öncesinde zor bir durumdayken Tanrımız bizi korumuştu ve düşmanlarımızı yok etmişti. Bunu da unutmamalıyız.
Elder Yan sessizce dinledi, sonra meydanın ortasına ağır adımlarla yürüdü ve ellerini Heykel'in taş bedenine doğru kaldırdı.
-O yalnızca ışık değil, yalnızca gölge değil… bizim inancımızdan doğdu. O, hem koruyan hem sınayan. Hem mucizeler yaratan hem de korku uyandıran bir Tanrı. Adı da bunu yansıtmalı.
Halk tekrar fısıldaştı, tartıştı, fikirler ortaya atıldı. Çocuklar, “Shu Lumin” dedi; bazı yaşlılar “Shu Nox” dedi; gençler ikisini birleştirmeyi önerdi.
Ve sonunda, bir çocuk sessizce fısıldadı:
-Shu Nox Lumin… ışık ve gölge, korku ve mucize… hepsi bir arada. Bizim Tanrımız için en uygun isim bu.
Meydan sessizleşti. İnsanlar birbirine baktı, sonra başlarını eğip onayladılar. Elder Yan gülümsedi; bir şafak gibi, Shu halkının Tanrısı Shu Nox Lumin doğmuştu.
Shu Nox Lumin’in gözleri, ilk kez halkın tam inancı ile birleşen bir ışık ve gölge dalgasıyla hafifçe parladı. Taş bedeninde ince bir titreme oldu; ama artık bu titreme korkutucu değil, kutsal bir güç dalgasıydı. Halkın duaları, korkuları, umutları ve inancı, onun ruhunu ve gücünü şekillendirmişti.
Artık Shu Nox Lumin sadece bir efsane değil, halkın kalbinde yaşayan ve büyüyen bir Tanrıydı.
Xianrong Klanı geri çekilmiş, toz ve rüzgarın içinde uzaklaşırken meydanda sessizlik hâkim olmuştu.
Shu halkı, ilk kez tamamen bir Tanrı’yla yüz yüze gelmişti. İnsanların bakışları, korku ve hayranlığın iç içe geçtiği bir yoğunlukla Shu Nox Lumin’in taş bedenine odaklanmıştı.
Heykel… yani artık Shu Nox Lumin, bu anı derin bir sessizlik içinde hissediyordu. İçinde bir sıcaklık ve ağırlık karışımı vardı. Halkın inancı dalga dalga ona ulaşıyor, bir yandan küçük mucizeler yaratıyor, diğer yandan gölge yanını tetikliyordu.
Kalbinde, yıllardır hissedemediği bir hissetme karmaşası belirmişti: koruma arzusu, merak, hafif bir korku ve başkalarının bakışları altında bir sorumluluk duygusu.
Elder Yan sessizce konuştu:
- Bu, sadece bir ad değil; onun halkımızla birleşmesinin sembolü.
O an, Shu Nox Lumin’in taş formunda ince bir çatlama belirdi. Işık ve gölge dalgaları gözlerinden yayıldı. Ve halkın inancıyla birleşen bu güç, ilk gerçek dönüşümünü başlattı: taş gibi soğuk bedeninde bir esneklik, gözlerinde daha derin bir ışık, dudaklarında ilk kez ufak bir kıpırtı.
Ve ilk kelimeler, soğuk ama nazik bir tınıyla çıktı:
-Adım… Shu Nox Lumin.
Meydan sessizleşti, ardından coşkuyla doldu. İnsanlar birbirine baktı, bazıları gözyaşlarını tutamadı. Shu Nox Lumin, kendini halkın inancı içinde ilk kez tam olarak hissetmişti.
İlk küçük mucizeler, adını aldıktan sonra daha da yoğunlaştı:
Meydanın ortasındaki taş sancak rüzgâr yokken dalgalandı.
Ufak bir çocuk heyecanla düşerken Shu Nox Lumin’in bakışıyla dengede durdu.
Meydanın köşesinde kıvranan bir hasta kedi, titrek nefesini normal ritmine döndürdü.
Shu Nox Lumin, bu mucizeleri hissederken kendine has bir farkındalık kazanmıştı. İnsanların korku ve hayranlığı, inanç ve endişesi, onun hem ışığını hem gölgesini şekillendiriyordu. İçinde bir sıcaklık dalgası, bir empati kıvılcımı doğdu. Ama hâlâ soğuk, mesafeli ve titizlikle ölçülmüş bir duruşu vardı; nazik ama güçlü bir varlık gibi.
İlk kez konuşabiliyor, ufak tefek cümleler kurabiliyordu:
-Siz… bana inandınız. Bu… güç veriyor.
-Korumak… bunu biliyorum…
İçinde hem koruyucu bir yön hem de tetikte duran gölge yanının varlığını hissediyordu. Bir yandan halkın güveni, ışığını büyütüyor; diğer yandan küçük bir öfke kıvılcımı, gölge tarafını tetikliyordu.
Elder Yan yanına yaklaştı, sessizce fısıldadı:
-Artık bir isim var. Ama asıl sınav yeni başlıyor. Onu ve kendimizi nasıl yöneteceğimizi göreceğiz.
Shu Nox Lumin, halkın bakışlarını üzerinde hissederken derin bir nefes aldı. Artık sadece bir heykel değildi; bir Tanrı, bir varlık ve yavaş yavaş insansı bir bilinç kazanmış bir güçtü. Dudaklarından çıkan kelimeler soğuk ama nazik bir tonda yankılandı:
-Beni… izleyin. Hepinizi… koruyacağım.
Kalabalık bir kez daha coşkuyla haykırdı. Shu halkı, Tanrılarına isim vermiş ve onu kabul etmişti. Ve Shu Nox Lumin, halkın inancı ile gittikçe büyüyen, hem ışık hem gölgeyi taşıyan bir Tanrı haline geliyordu.
Gerçek bir Tanrı'ya dönüşüm sürecini başarıyla başlatmıştı!
Meydanın coşkusu yavaş yavaş azaldı, ama halkın gözlerindeki hayranlık ve merak hâlâ canlıydı. Shu Nox Lumin, artık adını almış, ilk kez halkın inancı ile birleşen gücüyle taş bedeninde ince bir esneklik kazanmıştı.
İçinde bir karmaşa vardı: ışığın sıcaklığı ve gölgenin serinliği bir arada çarpışıyordu. Halkın duaları, minik ellerin uzanışı, gözlerindeki korku ve umut, onu hem güçlendiriyor hem de tetikte tutuyordu.
Bir yaşlı kadın öne çıktı ve titrek bir sesle sordu:
-Shu Nox Lumin… bizim Tanrımız, gerçekten bizi koruyacak mısın?
Shu Nox Lumin, sessizce kadının gözlerinin içine baktı. Taş gibi sert ve soğuk bir yüz, bir an için yumuşadı. Nazik ama soğuk bir tınıyla cevap verdi:
-Korumak… görevim. Ama siz de inancınızı sürdürmelisiniz. Bu güç… birbirimize bağlı.
Halk, fısıltılar ve hafif gülümsemelerle cevap verdi. Shu Nox Lumin, bunu hissediyor; gözlerinde küçük bir parıltı daha beliriyordu. İnsanların bakışları, onun ışık tarafını büyütüyordu.
Ancak gölge yönü de farkındaydı: Meydandaki birkaç şüpheci ve korkan yüz, içindeki güçle hafif bir titreme yarattı. Bu gölge kıvılcımı, onu kontrollü bir şekilde uyanık tutuyor, henüz tam gelişmemiş şeytani tarafının hatırlatıcısı oluyordu.
Bir çocuk, cesaretini toplayıp bir adım öne çıktı:
-Tanrımız… bana bakar mısın? Ben… çok korkuyorum.
Shu Nox Lumin, eğildi ve bakışlarını çocuğun gözlerine dikti. Sesi hâlâ soğuk ama nazikti. Sonuçta o tam bir Şeytani Tanrı değildi. İçinde tabi ki kendi halkına nazik bir taraf olacaktı.
-Korkma… buradayım. Seni… koruyacağım.
Çocuğun yüzünde şaşkınlık ve güven karışımı bir ifade belirdi. Shu Nox Lumin’in ışığı, halkın güveni ile birleşip hafif bir sıcaklık dalgası yaydı. Meydandaki insanlar bunu fark etti ve sessiz bir saygıyla adımlarını geri çekti.
Elder Yan sessizce yanına yaklaştı:
-Artık sadece isim verilmedi… onu kabul ettiniz. Ama unutma, gölge yönü de var. Kimi zaman onu kontrol etmek zor olacak.
Shu Nox Lumin, bu sözleri hissetti. İçinde bir titreme ve merak karışımı belirdi. Taş bedeni yavaşça insanımsı bir hareketle esnedi; dudakları kıpırdadı ve kendi iradesiyle ufak tefek cümleler kurdu:
-Gölge… uyanıyor. Ama ben… dengeyi koruyacağım. Ben... Denge... Olacağım!
Halk, onun bu sözlerinden hem bir güç hem de bir ciddiyet hissetti. Shu Nox Lumin, artık sadece bir Tanrı değil, halkıyla etkileşime geçebilen, duygu ve düşüncelerini ifade edebilen bir varlık haline gelmişti.
Meydanın köşesinde birkaç çocuk, onun etrafında sessizce oynuyor, bazı gençler cesaretle yaklaşarak sorular soruyordu. Shu Nox Lumin her soruya kısa ama etkili cevaplar verdi, sesi soğuk ama her zaman nazikti.
-Evet… gözetiyorum.
-Korkmayın… güç, sizinle birlikte.
-İnancınız… ışık veriyor.
Ancak gölge yönü de ara ara kendini hatırlattı: Şüphe ve korku dolu bakışlar, onun içindeki gölge kıvılcımlarını artırıyor, bastırılması gereken bir uyarı gibi hissediliyordu.
Shu Nox Lumin, bir yandan halkla iletişimini güçlendiriyor, bir yandan kendi içindeki dengeyi keşfetmeye başlıyordu. Işık ve gölge, soğuk ve nazik tını, koruma ve tetikte olma halleri bir arada bulunuyordu.
Elder Yan, uzaktan izlerken sessizce fısıldadı:
-İlk etkileşimler başarıyla geçti. Artık Shu Nox Lumin, sadece bir Tanrı değil… halkın gözünde yaşayan bir varlık. Ama gerçek sınav şimdi başlıyor: dış dünyadan gelen baskılar, kıskanç komşu klanlar ve iç çatışmalar. Bütün bunlar… onun gölge ve ışık tarafını sınayacak.
Shu Nox Lumin meydanda durdu, sessizce halkın bakışlarını üstünde hissetti. İlk kez gerçek bir bilince sahipti; hem Tanrıydı, hem yeni doğmuş bir varlık, hem de insansı bir yanını keşfetmeye başlıyordu. Gözlerindeki ışık ve gölge birbirine karışıyor, sesi soğuk ama nazik bir tonda yankılanıyordu:
-Artık… hazırım. Beni izleyin. Hepinizi… koruyacağım. Ama bazen… sınayacağım da.
Halk bir an sessizleşti; sonra coşku, hayranlık ve biraz da korku karışımı bir sessizlikle meydanı doldurdu. Shu Nox Lumin artık halkıyla birlikte var olan, hem mucize hem gölge taşıyan bir Tanrıydı.
İlk yorum yazan sen ol!
Henüz yorum yapılmadı