Önceki bölüm

Anıl, bilgisayar ekranına yansıyan kodları silerken sessizce başını salladı. Erinç’in yönteminde bir tuhaflık vardı; soğukkanlılık, felsefe ve güç… hepsi İlke’nin üzerinde aynı anda etki yapıyordu.
.
.
.
.
.
.

Yeni Bir Başlangıç

Erinç, arabanın içinde İlke’ye bakarak sessizce bir plan çizdi. Şehir, fırtınayla birlikte sarsılırken, üçlü artık birbirine bağlıydı. Hakan ve Ercan’ın tehditleri, Cem’in takibi… hepsi bu yeni dünya için bir prova sahnesi.

İlke, içindeki korkuyu bastırmaya çalışırken bir şeyi fark etti: Erinç’in yanında, karanlığın içinde yürümek artık yalnızca bir kabus değil, bir seçim olmuştu. Gölgeler, korku ve güç… hepsi onun ellerindeydi.

Ve o an, Erinç’in arabası sessizce şehrin fırtınasına karıştı; üçlü, bilinmezlik ve tehlike dolu bir yolculuğa başlamıştı. Nerede duracaklarını, hangi fırtınaları aşacaklarını yalnızca zaman gösterecekti.

Sessiz Fırtına ve Gölgenin Sırları

Yağmur gece boyunca şiddetini artırmış, sokaklar sanki birer aynaya dönmüştü; her damla ışığı kırıyor, asfalt üzerinde titrek birer çizgi bırakıyordu. Erinç’in arabası, sessiz ve kontrollü bir şekilde ilerlerken, İlke koltukta hâlâ ellerindeki kan izlerini fark ediyor, titreyen ellerini birbirine bastırarak sakinleşmeye çalışıyordu.

Anıl, ön koltukta laptop’unu açmış, dijital izleri yok etmek için sessizce çalışıyordu; her tıkırtı, her silinen dosya, İlke için küçük bir güven dalgası yaratıyordu.

Erinç arada bir ona bakıyor, sessiz bir onay işareti veriyordu. Arabada üçlü arasında sözcüklere ihtiyaç duymayan bir sessizlik hâkimdi; nefesler, yağmurun ritmiyle uyumlu bir melodiyi andırıyordu.

Erinç’in planı açıktı: cesedi güvenli bir yere taşımak, izleri silmek ve İlke ile Anıl’ı bu sürecin bir parçası yaparak onları yeni bir ittifaka bağlamak.

Erinç, arabayı şehrin kalabalığından uzak, neredeyse terkedilmiş sayılabilecek bir depoya yönlendirdi. Kapıya geldiklerinde İlke, arabadan inerken hâlâ ürkek ve tedirgindi.

Erinç sessizce talimat verdi:

-Cesedi buraya getireceğiz. Anıl, izleri dijital olarak sil; İlke, sen yardım edeceksin ama dikkatli ol.

Depo karanlıktı. İçerideki demir raflar, kutular ve eski mobilyalar arasında sadece fırtınanın sesi yankılanıyordu. Erinç, cesedi özenle paletlerin arasına yerleştirirken İlke, gözlerini bir an bile ayırmadan onu izliyordu.

Kanın, suçun ve gerçeğin ağırlığı üzerindeydi. Erinç sessizce konuştu:

-Bu iş sadece fiziksel bir taşımadan ibaret değil. Bu, senin gölgenle yüzleşme pratiğin. Her adımda dikkat et; acele etme.

İlke, titreyen elleriyle cesede destek olurken, bir yandan kendi içindeki korku ve suçlulukla hesaplaşıyordu. Erinç’in sesi, hem güven hem uyarı taşıyordu:

-Kontrol senin elinde; unutma, korku sana hükmetmezse, güç olur.

Depodaki işler tamamlandığında, Erinç arabaya geri dönmek için İlke ve Anıl’a işaret etti. Üçlü, sessiz bir koordinasyonla depoyu terk etti; Erinç’in evine doğru yola çıktılar.

Ev, şehrin karmaşasından uzak, sessiz ve güvenli bir limandı. Erinç, arabayı garaja park ederken İlke, ellerini hâlâ birbirine bastırıyor, Anıl ise bilgisayarıyla son kontrolleri yapıyordu.

İçinde bir tür rahatsız edici rahatlama vardı: her ne kadar dehşet verici olsa da, artık korkusunu ve suçluluğunu bir eyleme dönüştürmüş, kontrolü bir nebze eline almıştı.

Anıl, bilgisayar başında son kontrolleri yaparken, Erinç sessizce İlke’ye dönüp fısıldadı:

-Bu, sadece bir başlangıç. Yarın, üniversiteye geri döneceğiz. Sanki hiçbir şey olmamış gibi…

İlke, gözlerinde belirsiz bir ışıkla başını salladı. İçinde hem tedirginlik hem de bir tür merak vardı. Erinç’in gölgesi altında bir kez daha kendi karanlığıyla tanışmış, ama artık yanında bir rehber olduğunu biliyordu.

Ertesi sabah, şehrin sokakları normal hayatın telaşıyla doluydu. Erinç ve İlke, üniversiteye geri döndüler.

Derslikte, öğrenciler sıradan şekilde yerlerine oturmuş, not alıyor, sorular soruyordu.

Erinç, tahtanın önünde normal bir ders anlatır gibi konuşuyor, karmaşık teorileri açıklıyor, felsefi tartışmalar yürütüyordu.

İlke ise sırada oturuyor, dikkatle not alıyor, zaman zaman Erinç’e sorular soruyordu.

Kimse, gece boyunca yaşanan kanlı sahneden haberdar değildi. İlke’nin elleri hâlâ titriyordu, ama bu titreme dersin ritmine karışmış, sanki tamamen akademik bir yoğunluğun sonucuymuş gibi görünüyordu.

Erinç, göz ucuyla onu kontrol ediyor, sessiz bir memnuniyetle planlarının işe yaradığını görüyordu.

Üniversitenin koridorları, eski sessizliğiyle doluydu; öğrenciler sohbet ediyor, kitap taşınıyor, kahveler alınıyordu.

Erinç ve İlke, dışarıya tamamen uyum sağlamış, görünürde normal bir akademik ritme geri dönmüşlerdi. Ama her iki taraf da biliyordu ki, karanlık fırtına hâlâ şehirdeydi; sadece bugün için sessizce bekliyordu.

İşte o gün, dersler normal bir şekilde ilerlerken, üçlü arasındaki bağ, suç, gölge ve strateji üzerine kurulmuş sessiz bir ittifakın temelini atmış oldu.

Dışarıdaki dünya farkında değildi; ama Erinç ve öğrencileri, kendi karanlık oyunlarını sessizce sürdürüyordu.

Strateji, Fırtına ve Sessiz Hesaplaşmalar

Şehrin sokakları hâlâ sabahın ilk ışıklarıyla uyanıyordu. Yağmur durmuş, geriye sadece hafif bir sis kalmıştı. Ancak yeraltı dünyası, geceden kalma bir gerginlikle nefes alıyordu. Hakan ve Ercan Karayel, sessiz ama keskin bir planın merkezinde buluşmuştu.

Hakan, karanlık bir ofiste, şehrin haritasına bakıyor, Erinç’in hareketlerini analiz ediyordu. Karayel’in sesi, soğuk ve hesaplayıcıydı:

-Onu yakalayamayız sıradan yöntemlerle. Erinç’in zekâsı ve öngörüsü ölümcül. Ama her zayıf noktası vardır. Bu kez, sadece bir hata yeterli olacak.

Hakan, bilgisayar ekranındaki verileri ve Erinç’in geçmişteki akademik hamlelerini incelerken, olasılıkları hesaplıyordu. Her adım, potansiyel bir tuzak, her karar bir satranç hamlesiydi. Karayel, eski düşmanını düşürmek için sabırsızlanıyordu; intikamın soğuk ve acı tatlı planı her ikisini de sarıyordu.

Öte yandan üniversite kampüsünde, Erinç derslikte öğrencilerine felsefenin derin konularını anlatıyor, İlke ise sırada oturuyordu.

Ders, görünürde sıradan bir akademik rutin gibi ilerliyordu: suç psikolojisi, kriz anlarında karar mekanizmaları, bireysel eylemin etik sınırları…

Ancak Erinç, her cümlenin altına sessiz bir strateji yerleştiriyordu. İlke’nin gözleri parlıyor, her teori ve örnek olay onun için hem ders hem de bir pratik laboratuvar haline geliyordu.

Erinç, tahtaya bir şema çizerken seslendi.

-İlke, her birey kendi gölgesiyle yüzleşmediği sürece, eylemleri bilinçli değildir. Suç ve adalet arasındaki çizgi, çoğu zaman yalnızca bir illüzyondur.

İlke, başını hafifçe kaldırdı, gözlerinde hem merak hem de kararlılık vardı:

-Peki ya manipülasyon, profesör? Bir kişi başkasını gölgesiyle yüzleşmeye zorladığında, etik sınır nerede başlar?

Erinç, göz kırpmadan yanıtladı:

-Etik, çoğu zaman dışarıdan bakanın icat ettiği bir kavramdır. Ama bilin ki, gölgeyle yüzleşmek isteyen her kişi, kendi etik sınırlarını belirler. Ben yalnızca aynayı tutuyorum.

Dersin ortasında, İlke’nin zihni gece yaşadıklarıyla çalkalanıyor, Erinç’in her sözüyle kendi içsel karanlığını analiz ediyordu. Bu sırada kampüsün uzak köşelerinde, Hakan ve Karayel’in adamları Erinç’in rutinlerini takip ediyor, olası bir tuzak için alanı keşfediyordu.

Erinç ise bunu biliyor gibiydi; göz ucuyla İlke’ye bakarken, sanki sessizce bir uyarıda bulunuyordu: “Her şey gözlem altında.”

Dersin sonunda, Erinç ve İlke koridora çıkarken, sessiz bir konuşma gerçekleşti:

Erinç, sakin ama kararlı bir sesle konuştu.

-İlke, dikkat et. Hakan ve Karayel’in hamleleri yaklaşacak. Ama biz hazırlıklıyız. Bu, sadece bir oyun.

İlke başını salladı. İçinde hem korku hem heyecan vardı. Artık sadece kendi gölgesiyle değil, dış dünyadaki tehlikelerle de yüzleşmeye başlamıştı.

Erinç, öğrencisinin gözlerindeki ışığı fark etti; o ışık, karanlıkta bile strateji ve sabırla yol alacak bir zekâyı işaret ediyordu.

Kampüsün sessizliği, şehrin fırtınasına rağmen bir güven hissi veriyordu; ancak Erinç ve İlke biliyordu ki, bu huzur geçiciydi. Hakan ve Karayel’in oyunları, sanki görünmez bir dalga gibi yaklaşıyor, her adımda şehrin karanlık yüzünü ortaya çıkarıyordu.

Erinç, dersliğe geri dönerken, İlke’ye fısıldadı:

-Bu sadece bir ders, İlke. Ama unutma, gerçek hayatın sınavı burada başlıyor.

İlke, gözlerini Erinç’e dikti, sessizce başını salladı. Artık gölgesiyle yüzleşmek ve dış dünyadaki fırtınayla başa çıkmak için hazırdı. Dersler devam ediyordu; ama dışarıda, şehirde bir strateji savaşı sessizce, ölümcül bir titizlikle ilerliyordu.

---

- Tuzağın İçinde, Gölgelerin Gücü-

Şehir, sabahın gri ışıklarıyla uyanıyordu; sokaklar ıslaktı, gölgeler uzun ve keskin çizgiler çiziyordu. Hakan ve Karayel, sessiz bir ofiste haritalara bakıyor, Erinç’in rutinlerini analiz ediyordu.

Her cadde, her kampüs noktası birer olasılık, birer tuzak noktasıydı. Karayel’in gözleri bir avcının keskinliğinde, Hakan’ın parmakları titremeden harita üzerindeki işaretleri takip ediyordu:

Hakan, ciddiyetle konuştu.

-Erinç’in her adımını biliyoruz ama İlke… o yanındaysa, işler değişir. Bu genç, bir sorun yaratabilir.

Karayel, ince bir gülümsemeyle yanıtladı:

-Tam da bu yüzden onu kullanacağız. Öğrencisi, öğretmeniyle birlikte… Zayıf halkayı bulmak için ideal bir fırsat. Erinç’i tuzağa düşüreceğiz; İlke’yi ise istemeden de olsa bir koz olarak kullanacaklar.

Şehir sokaklarında Erinç, kampüs çıkışında İlke ile yürüyordu. Dersin ardından herkes kendi işine dalmış, kampüs sessizliğe bürünmüştü.

Erinç, rutin bir yürüyüş gibi görünmesini sağlarken, zihninde olasılıkların tüm senaryolarını tek tek tartıyordu. İlke ise sessizdi, düşünceleri geceden kalan karanlık anılar ve Erinç’in öğretileri arasında gidip geliyordu.

İlke, sesi hafif titreyerek ama kararlı bir ses tonuyla konuştu.

-Erinç, dışarıda bir şeyler oluyor. Sanki… izleniyoruz.

Erinç, gözlerini hafifçe kısarak etrafı süzdü. Sanki düşüncelerini dışarı yansıtmamış gibi sessizce İlke’ye baktı:

-İyi fark ettin. Bunu sezmek, senin gölgenin bir güç olduğunu gösterir. Bu, kontrolü elinde tutmanın ilk adımı.

İlke’nin kalbi hızla çarpıyordu; sadece bir duygu değil, aynı zamanda bir farkındalık da vardı içinde. Erinç’in sözleriyle birleşen sezgi, onu tetikte tutuyordu.

O sırada, şehrin uzak bir köşesinde Hakan ve Karayel’in adamları kampüsün çevresinde pozisyon alıyordu. Erinç’in her hareketi gözlemleniyor, olası kaçış yolları analiz ediliyordu.

Ancak Erinç, tuzağın farkındaydı; tıpkı bir satranç ustasının birkaç hamle önde olması gibi. İlke’nin gözlerindeki dikkat ve kararlılık, onun en büyük avantajıydı.

Erinç, sessizce İlke’ye bir plan fısıldadı:

-Sen sadece gözlemle. Her hareketimiz bir mesaj, her sessizlik bir tuzak. Senin görevin, kendi gölgeni kullanmak. Karar anında doğru adımı sen atacaksın.

İlke, içindeki karanlık enerjiyi hissetti; suçun ve korkunun yerine, bir güç ve keskinlik duygusu geçti. Erinç’in öğrettiği gibi, gölge bir kusur değil, bir araçtı.




novebo yorum yok

İlk yorum yazan sen ol!


Henüz yorum yapılmadı

🔒 Erişim Gerekli

Bu içerik yalnızca 18 yaş ve üzeri kullanıcılar tarafından görüntülenebilir.
Lütfen giriş yapın veya kayıt olun.

Novebo discord sunucusu