Mektubu okuduktan sonra öfkeyle doldum. Hüngür hüngür ağlarken bir yandanda boğazım yanıyordu. Öfkeden başım dönüyor, gözlerim kararıyordu.
Xanthus’un geçmişinin kötü olduğunu biliyordum ancak babasının yaptıklarını daha da detaylı öğrenince kendime hakim olabileceğimi zannetmiyorum.
Sanki içimden bir his, Xanthus’un arzusunu yerine getirmemi söylüyor. Ruhu ancak o zaman rahat edebilirmiş gibi hissediyorum.
Babasını öldürmeliymişim gibi hissediyorum. Ona zorbalık yapan herkesi öldürmeliymişim gibi.
Özellikle James’i. Xanthus’u önceden okulda gördüklerimle birlikte James ona sürekli bulaşırdı. Onunla her zaman alay eder, zorbalardı.
Sürekli bunun önüne geçmeye çalıştım ama sıradan bir öğretmen olduğum ve James’in babasıda büyük bir iş adamı olduğu için asla dinlenmedim.
Yola çıkıp eski kasabama gitmem gerekiyor, Xanthus’un son arzularını yerine getirmeliyim. Ama buram buram kötü anı kaynayan o kasabaya geri dönebilir miyim?
Aiden’ın mezarı, eski evim, eski okulum. Üstelik Xanthus’un kaçak olmayı göze alarak kaçtığı o hastane. Onu bulduğum, toparladığım sokaklar. Oraya cidden dönmeye cesaretim var mı?
Ama bir erkek olup oraya geri dönüp Xanthus’un intikamını alırsam eğer sonunda ruhu rahatlayacak! Oğlan mutlu olacak, en azından ruhu. Rahatlayacak en sonunda.
“Kısa bir süreliğine seni yalnız bırakacağım ama yakında döneceğim ve sonunda rahatlamış olacaksın Xanthus.”
Mezarın yanından kalktım. Üstümü çırpalarken katladığım mektubu cebime koydum. Derin düşüncelere dalmışken eve ilerledim.
Bir katil mi olacağım? Xanthus için değer mi? Tabii ki de değer, ona hayatı dar eden insanı öldürdüm diye vicdan azabı mı çekeceğim? Eğer halk duysa aynısını yapmaz mı? Bir baba, öz oğluna bunları nasıl yapabilir? Eğer halk bunu öğrenirse bir kahraman olacağım. Halk öğrenmezse bir katil.
İyi ve masum birisini öldür katil, kötü ve vicdansız birisini öldür kahraman ol. Hayatın dengesizliğidir bu. İyi ile kötü bile ne kadar kalıplaşıyor.
Eve girmeden önce tekrar o arabayı gördüm. Yakından gidip bakmaya çalışmıyorum, sonuçta sadece birisi park etmiş olmalıdır. Ama içimden bir histe deli gibi bakmamı söylüyor. Bakmadım.
Eve girdim, hızla ufak bir çanta hazırlayıp üstümü giyindim. Son bir kez Xanthus’un odasına girdim ve etrafa baktım. Hala burada onun sesini duyabiliyorum. Bazen yardım çığlıklarını, bazen kahkahalarını. Kapıyı çekip aşağıya indim ve hızla evi kilitleyip arabama ilerledim.
Neredeyse tam yola çıkacaktım ki Sarah geldi aklıma. Eğer bir şey olurda geri dönemezsem diye onunla son defa vedalaşmam gerekiyor.
Neyse ki onu yeni evlat edinen aile bana nerede olduklarına dair bir adres vermişlerdi. O eve sürdüm, benim evime neredeyse çok yakındı.
Evin önüne arabamı çekip kapının önünde durdum. Sırt çantamı arka koltukta bırakmıştım. Kapıyı çaldığımda Sarah’ın üvey annesi açtı. Gülümsedim.
“Bay Sheldon, hoş geldiniz. Lütfen içeri buyurun.”
Onlar harika bir aileydi, her zaman güler yüzlü ve samimilerdi. Sarah’a benden daha iyi bir ebeveyn olacaklarından başından beri hiç şüphem yoktu.
İçeriye girdim. “Birkaç günlüğüne kasabadan ayrılıyorum, Sarah’ı son bir kez görmek istedim.”
“Tabii, tabii. Sarah, kızım salona gel hadi! Bay Sheldon burada!”
Koridordan hızlı adımlar geliyor, Sarah’ın değişmeyen o kahkahası yükseliyordu. “Baba!!!”
Hemencicik kollarıma atladığında sarılarak kucağıma aldım. Ona bakarak önüne düşen sarı saçlarını kulağının arkasına sıkıştırdım.
Bana baba demeyi hiçbir zaman bırakmadı, olgun düşünen bir kızdı. Beni anlayış ile karşılamış asla kızmamıştı. O da bunun daha iyi olacağını biliyordu çünkü.
“Uzun zaman oldu, neden beni hiç ziyarete gelmedin? Anneyle sürekli senin hakkında konuşuyorduk, beni unuttun sandım!”
Güldüm ve onunla birlikte koltuğa oturduk. Hala kucağımdaydı.
On iki yaşında kocaman bir kız olmuştu. Bazenleri onu böyle görmek beni duygusallaştırıyordu.
“Kusura bakma Sarah, birkaç gündür kendimi toparlayamadım hiç. Fakat sanırım bir süre daha seni ziyaret edemeyeceğim.”
Gülen yüzü asıldı, beni paramparça etti. Bazenleri tekrardan onu kendime almak istiyordum ama bunu yapamayacağımı biliyordum. Tekrardan bir çocuk sahibi olmak benim hakkım değildi, benim kaderimde yoktu. Alkolik bir babası olmasına izin veremem.
“Ama neden?”
“Eskiden yaşadığım bir yere gideceğim. Birilerini ziyaret etmem gerekiyor. Belki geri dönemeyebilirim.”
Suratı daha da asıldı. Bizim yanımızdaki üvey annesine bakarken Sarah ile yalnız kalmamız için izin istedim. Sıcak kanlılıkla kabul edip mutfağa gitti ve kapıyı kapattı.
Cebimden bir resim çıkardım ve Sarah’a uzattım. Resimde kucağımda Sarah varken bir diğer elim Xanthus’un omuzundaydı.
“Görüyor musun? Bu Xanthus abin, biraz hatırladığını söylemiştin.” Gülümserken başıyla onayladı.
“Onun ailesi ile görüşeceğim. Ufak bir mevzumuz var.”
“Bende gelebilsem keşke seninle.” Güldüm.
“Olmaz Sarah, annen ve baban buna izin vermez. Ayrıca seni oraya götürmekte istemiyorum.”
“Ama neden geri dönemezsin? Orada mı yaşayacaksın artık?”
Bunun hakkında ne diyeceğimi hiç düşünmemiştim. Gittiğimde katil olup hapislere düşeceğimi asla söyleyemem.
“Boşver, belki de dönerim.” Gülümseyerek yanağını öptüm.
Başını, dudağını büzerek salladı. Sonra saçlarını öptüm ve gülümsedim. “Eğer geri dönebilirsem ilk seni ziyaret edeceğim. Seninle oyun salonuna gideriz, olur mu?”
Hemen heyecanlanıp onayladı. Ama yüzü o kadar da parlak durmuyordu. Kızcağız geri döneceğimden emin değildi.
“Baba, bu resim bende kalabilir mi?”
Hiç düşünmeden onayladım, bir aynısı cüzdanımdada vardı.
“Hiç kaybetme tamam mı? Baktıkça abinle beni hatırlarsın. Hatta özellikle abini asla unutma, o harika bir insandı ve seni çok seviyordu.”
Gözlerim dolarken yutkundum, ağlamamaya çalıştım ve başardım. Boğazıma dizdiğim kaçıncı yumru bilmiyorum artık.
İlk yorum yazan sen ol!
Henüz yorum yapılmadı