Yine okula gelmek zorunda kaldım. Evden kaçmak için okula gidiyorum, okuldan kaçmak için eve. Sanırım bu hayat stilinden bıkmaya başlıyorum.
Kimya sınıfına giderken her zaman ki gibi tedirgin hissediyorum. Bir şeyler görüp duymaktan çok korkuyorum. Sürekli kulağımda çıyanların sesini duyuyorum, devamlı beynimi tırmalıyorlar.
Siyah hırkamın kapüşonunu başıma çektim. Sesler sussun diye kafama vurduğum için baş sancılarım geçmedi. Gece yatağımda gezen ve pencereden beni seyreden kişi yüzünden uyuyamadım. Kim olduğuna bile korkudan bakamamıştım, acaba beni kim seyrediyordu? Sınıfa girerken bir anda çantamdan tutuldu, o kişi olduğunu zannettim.
Hızla yere fırlatıldığımda bana bakan ergenlerin haykırarak güldüğünü gördüm. Bu James'di.
"Xantus, Xanthus! Ne garip bir isim ama."
Eğilerek çenemden sıkıca tutmuş yüzümü yüzüne kaldırmıştı.
"Yapma."
Vücudum korkudan titriyordu. Gülen suratı bana korkunç babamı anımsattı.
"Dostum, gerçekten titriyor musun? Aptal mısın, daha hiçbir şey yapmadım bile!"
Güldüler. Çok kalabalıklardı. O kadar kalabalıklardı ki oldukça karanlıktı, nefesim daralıyordu.
"Bay Sheldon görmeden biraz seninle ilgilenmek istiyorduk. Gelmesine kaç dakika var?"
Birisi kaç dakikası olduğunu söyledi. Yaklaşık bir yirmi dakikaydı.
“Yeterli. Şimdi seninle nasıl uğraşmamı istersin?"
Yutkundum. Ne kadar ürksem bile göz temasını kesmiyordum.
"Benimle uğraşmanı istemem."
Haykırdı, öyle bir haykırdı ki birkaç tükürüğü suratıma geldi.
"Tehdit mi ediyorsun lan sen beni?"
Çenemi tuttuğu eli bıraktı ve tokat attı. Yanağım yanarken tekrar tuttu.
"H...hayır hayır- gerçekten istemiyorum."
Güldü. Onu öldürmek istedim. Sarı çıyanları burnundan sokmak istedim, onların içinde boğulsun istedim. Zehirlerini her tarafında hissetsin istedim.
"Aşağı depoya götürün, işimiz var."
Zavallı, yalnız birisi olduğum ve de beni savunacak kimse olmadığından benden sinirlerini oldukça kolay çıkarıyorlardı. Uğraşırsa başına bela açmayacağım insanlardanım. Açamayacağım, korkudan.
"Kaldırın! Depoya dedim!"
Beni sıkıca tuttuklarında titredim. Depo mu? Depo olmaz!
"Hayır... h...hayır lütfen depo olmaz! N...nolur..."
Dolan gözlerimin ardından sesim inceldi ve alçaldı.
"Yapmayın... lütfen... depo o..olmaz."
Nafileydi. Beni kimse dinlemedi. Direnmeye çalıştım ancak beni sıkıca tutuyorlardı, kaçacak şansım yoktu.
Sürüklenerek merdivenlerden okulun aşağısındaki depoya indirildim. Yere yine fırlatıldığımda burnumu çarpmıştım. Kanamaya başladı.
“James lütfen..."
Karanlık depoydu. Bana küçüklüğümü hatırlattı. Çiyanlara dolu olan o depoyu.
"Bakın! İsmimle yalvarmaya başladı! Hahahaha!"
Etrafta çıyanlar vardı. Kıpır kıpır geziyorlardı. Neden korkmuyorlardı? Neden sadece ben korkuyordum.
James beyaz gömleğinin kollarını katladı. Ne diye gömlek giyiyordu? Kendisini ne sanıyordu? Beni döverken şık görünmek istemiş.
Yumruklanmaya ve tekmelenmeye başladığımda tek düşünebildiğim şey yerde ki kara çıyanlardı. Çok fazlalardı, dayaktan çok onlardan korkuyordum. Büyük ihtimalle kaşım patlamış, gözüm morarmıştı. Ağzımdanda kan geliyordu. Karnıma yediğim tekmelerden zor nefes alıyordum ama yerde yatarken bir çıyanın ağzıma gireceğinden ürküyordum.
"James, devam edersen ölecek."
Ne hoş olurdu ama. Bir an beni öldürsün diye yalvaracakmış gibi hissettim ancak gücüm yetmedi. James nefes nefese geri çekildi.
"Hey, öldün mü lan?"
Ayağının ucu ile hafifçe yüzümü kaldırıp baktı. Çoğu dağılmıştı, beş kişilerdi görebildiğim kadarıyla.
"Sana diyorum! Ses versene!"
Daha da uğraşmasınlar diye nefesimi tuttum. James haricinde nefesimi kontrol eden bir başka çocuk konuştu.
"Ölmüş! Sikeyim seni James, ölmüş! Ne yapacağız şimdi!"
Ama, ölmedim. O kadar dayak yedim ki hareket edemiyordum. Ya da korkudan hareket edemiyordum. Hem bu çıyanlardan, hemde eğer yaşadığımı görürlerse daha çok vuracaklardı.
Beni kaldırıp diri diri toprağa gömdüler. Bir anlığına öyle zannettim, kendimi kara, nemli ve çıyanlarla dolu toprağın altında hissettim.
"Gidelim, bırakın bunu burda! Çürüsün gitsin!"
James stresle saçını sıkarken arkaları bana dönüktü. Aralarında ufak bir plan yapıyorlardı. Olabildiğince sessiz ve güçlükle ayağa kalktım. Bir çıyanı bile ezdim. İntikam için geri dönecek. Kanlar içinde kalmıştım sanırım. Ayakta dururken sallandım. Fiziksel gücümü sınırlarına kadar zorladım. Adrenalinden acıyı hissetmiyorum.
"Lan!"
Biri dönüp baktığında anca görüyordum, diğer gözüm şişmekten kapanmıştı.
"Yaşıyormuş!"
Kan öksürdüm. James bana baktığında üzerime yürüyordu ancak korkmadım. Onu öldürmek istedim. Yerdeki çıyanları tutup ağzına tıkıştırmak istiyorum.
James'in üzerine beklenmedik bir şekilde atladığımda suratımdaki kanlar onun yüzüne akıyordu. Bağırdı.
"Ahhh! Alın şunu üstümden! Alın!"
İttiriyordu ama gücü yetmiyordu. Sıkıca ellerimi boğazına sardım. Nefes alamıyordu, hoşuma gitti. Diğerleri beni çekmeye çalıştı ancak kimse beni bu morarmış surattan ayıramazdı.
"Nasıl bu kadar güçlü tutuyor lan!"
Daha da sıktığımda elleriyle ellerimi indirmeye çalıştı.
"Hepiniz yok olun! Hepiniz... öleceksiniz."
"Kafayı yemiş! Kafayı yemiş lan!"
Diğerleri kaçtığı gibi içeri birisi girdi. Adım seslerinden anlayabiliyordum. Koltuk altlarımdan iki kol geçti. Beni geriye çektiğinde, James çoktan ölmüştü ya da bayılmıştı. Ölmüş olmasını diledim. Suratını parçalamak için beni tutan kollardan kurtulmaya çalışıyordum ancak epey güçlülerdi.
"Xanthus! Sakin ol artık!"
Bay Sheldon'un sesini duyduğumda durdum. Beni bıraktığında yakamdan yakalayıp duvara yaslamıştı. Tek açık gözümle ona baktım.
"Ne yaptın sen!"
Beni bıraktığında James'in yanına yaklaştı. Eğilerek nabzına baktığında ne yaptığımı fark ettim. Hızla yere kalçamın üstüne düştüm ve nefesim daraldı.
"Ö...ölmüş mü? H...hayır, ben... ben öldürmek i...istemedim! Yemin ederim... b...ben değildim Bay..."
Öksürdüm. Doğru düzgün nefes alamıyordum. Yumruklatın, tekmelerin acısı bir anda tüm vücudumu sarıyor. Ölesiye bir acı çekiyorum! Uzuvlarım sanki parçalanıyor!
"Xanthus, sakin ol; yaşıyor."
Telefonunu çıkardı.
"Bay Sheldon... l...lütfen... babama söylemeyin! Lütfen... polise haber vermeyin!"
Ayağa kalkarak yanıma geldi ve eğilerek omzuma elini koydu. Gözleri hala telefondaydı. Dokuz yüz on bir çağrısı başlatıldığında adresi söyledi.
"L...lütfen." Fısıldadım.
“İki ambulans lütfen, olabildiğince hızlı."
Telefonu kapattığında yüzümü inceledi.
"İkinizinde durumu çok kötü, sana o mu yaptı bunu?"
Başımı sallayarak onayladım. Yirmi dakika boyunca -belki daha fazla- dayak yemiştim.
"Merak etme, halledeceğiz."
umarım ilerde seri katile evrilmez çünkü şuanda tamda o alt yapı var