Bu bölüm gerçekten çok güzel detaylarla doluydu. Özellikle yağmur mevsiminin yaklaşmasıyla ortaya çıkan karamsar hava, hem fiziksel hem de duygusal olarak ne kadar zor bir yolculuk yaptıklarını hissettirdi. Max’in iç sesini okumak beni gerçekten duygusal olarak etkiledi. Kendini suçlaması, tüm bu karmaşada kendi sorumluluğunu sorgulaması o kadar insancıldı ki, bazen durup “Ah Max, her şey senin suçun değil” demek istedim.
Riftan’ın Ricardo’ya olan tepkisi ise tam beklediğim gibiydi. Riftan’ın güçlü bir lider olduğunu biliyoruz ama aynı zamanda kendine has bir gururu ve sabrı var. Ricardo’nun lafıyla öyle kolay kolay yıkılmayacağını görmek güzeldi. Bu arada şövalyeler arasındaki o tartışmalar... Bir yandan ciddi meseleler konuşuluyor ama bir yandan da Ruth’un ve Hebaron’un tavırları ortamı biraz yumuşatıyor. Çok gerçekçi bir arkadaş grubu dinamiği gibiydi; herkesin kendi fikri var, ama sonunda bir şekilde ortak bir yolda buluşuyorlar.
Coğrafya detayları da çok hoşuma gitti. Anatol’u gözümde daha net canlandırmaya başladım. O sarp dağlar, yağmurla dolan yollar... Gerçekten zorlu bir yolculuk. Bu kadar detaylı bir dünya yaratılması beni hikâyeye daha da bağlıyor.
Son olarak, Max’in kendi içinde “Her şey benim yüzümden mi oldu?” diye düşünmesi içimi burktu. Ama onun bu kadar düşünceli olması, aynı zamanda hikâyeyi daha gerçek kılıyor. Çok katmanlı bir bölüm olmuş; hem aksiyon var, hem duygu, hem de güzel bir ilerleme. Bir sonraki bölümde neler olacağını merakla bekliyorum!