Teyat, kırmızı göz bebekleri sönük birer kor gibi parlayan Aaron'a baktı. Ateşin etrafında üç kişi oturuyordu, yüzleri alevlerin gölgesiyle karanlıkta kalmıştı.
O sırada Aaron, kahverengi ve siyah çadırların arasından sakin bir şekilde yürüdü. Teyat’a yandan dingin bir bakış attı.
“Hadi gel.” dedi sessizce.
“Tamam, geliyorum.” diye yanıtladı Teyat.
Bunun üzerine, Teyat Aaron’u takip ederek çadırların arasından geçip kırmızı güllerle çevrili, ormanın bilinmeyen kısmına doğru ilerledi. İkili, kamp alanından hızla uzaklaştılar; ayak sesleri düşen güllerin üzerinde yankılanmıyordu. Uzun bir sessizlikten sonra Aaron sessizliği bozdu.
“Sorularını sor, ben de cevaplayayım. Ne dersin?”
Teyat, minnettar bir ifadeyle başını hafifçe salladı.
“Evet, bu daha iyi olurdu. Şimdi… her şeyi açıkla. Bu yerin adını, burada ne yaptığımızı, kim olduğunuzu ve daha fazlasını.”
Aaron ona soğuk bir yan bakış attı.
“Sana hiçbir şey açıklamak zorunda değilim, biliyorsun değil mi? Ama işte buradasın, emir verir gibi cevaplar istiyorsun. Ailen sana hiç terbiye öğretmemiş mi?”
Teyat, mahcup bir şekilde gülümsedi.
“Eheh… Üzgünüm. Sanırım olup bitenleri anlamak için biraz fazla meraklıyım. Kabaca davrandığım için özür dilerim. Açıklar mısın?”
Aaron, gözleri yerdeki güllerde, yavaş ve sakin adımlarla yürümeye devam ederken cevap verdi.
“Peki, ama sadece bir kez anlatacağım, o yüzden dikkatle dinle. İlk olarak, şu an içinde bulunduğumuz bu güllerle çevrili ormanın adı ‘Kurban Gülleri.’ Sunum ve fedakarlığı simgeler. Ben, sen, kamptaki ateşin etrafında oturan o üç kişi ve daha niceleri—kadın, erkek, çocuk fark etmeksizin—insanları yakalayıp ruhlarını ayinlerle sunuyoruz. Biz bir örgütün parçasıyız. Adı ‘İblisin Haydutları.’ Bu örgüte katılan herkez, liderin ismi dışında kim olduğunu bilmez. Tek bildiğimiz, istemesek de, emredilenleri yapmaktır. Ölümüne kadar bu emirlere uymak zorundayız.”
Teyat, Aaron’un anlattığı korkunç gerçekler karşısında dehşete kapıldı, ama yine de durumu netleştirmek için sormaya devam etti.
“Yani… şu an olanları anladım sanırım, ama…”
Bir an sonra, tereddütle başka bir soru sordu.
“Fakat… bu ‘ istemesek de’ olayı—bunu biraz daha açıklar mısınız, efendim?”
Aaron iç çekti ve bakışlarını yine güllere sabitleyerek yürümeye devam etti.
“Kısa ve net konuşacağım. Biz köleyiz. Ruhlarımız ele geçirilip kontrol altına alındı ve ömür boyu o ruhu kontrol eden kişiye hizmet ederiz. Ruhlarımızı elinde tutan kişi hem zihnimizi hem de bedenimizi kontrol eder. Bir emir verildiğinde, zihnimiz o emri yerine getirir, isterse ölüm olsun, fark etmez. Sorgusuz sualsiz itaat ederiz. Kısaca söylemek gerekirse, Bizlerin hiç görmediği o lord, 'Güllerin lordu' adlı kişinin altında bizleri kontrol ettiği birer köleyiz. Bilinçli olduğumuz anlar, emir almadığımız anlardır. O yüzden seninle şu an rahatça konuşabiliyorum.”
Teyat, bu durumun vahametini anlayınca kalbi hızla atmaya başladı. Özgürlük, onun için çok değerli bir kavramdı ve ömür boyu bilinmeyen bir varlığa köle olarak hizmet etme düşüncesi onu korkuyla doldurdu.
'Lanet, gerçekten ömür boyu köleliğe mahkûm muyuz? Ne kadar acımasız bir kader bu! Gerçekten lanetli bir ruh olmalıyım demi? Çünkü var olduğum vücud, kontrol edilen bir köle!'
Aaron, sakincene güllerle çevrili bir ağacın dibinde oturdu.
“İsyanının onların umurunda olduğunu mu sanıyorsun?”
Aaron, Teyat'ın içten dışarıya doğru belli ettiği İsyan duygusunu fark ederek soğuk bir tonla sordu. Ve devam etti.
“İblisin Haydutları’ndaki yüzlerce haydutun ailesi vardı. Çocukları vardı. Eşleri vardı. Nasıl haydut olduklarını bilmiyorum—belki bir oyunla kandırıldılar, belki de kendi istekleriyle katıldılar. Ama tek bildiğim, her şeyi geride bırakarak, bilinçli ya da bilinçsiz bir şekilde Lorda'a hizmet etmek için hayatlarını feda etmelerine hazır olan bir takım insanlardır.
Teyat, son bir umutla sordu.
“Anladım… Peki, bu kaderden kurtulmanın gerçekten hiç mi yolu yok?”
Bu sefer, Aaron’un sözleri Teyat’a bir umut ışığı sundu.
“Bir kaç yolu var, ama imkânsız.”
“İmkânsız bile olsa, lütfen söyle!”
Aaron, yanındaki çalılıklardan bir kırmızı gül koparıp sapından tutarak ona baktı ve sakince cevap verdi.
“Eğer başka bir ruh, bedenin ruhunu yenerse, o bedenin kontrolünü ele alabilir. Hem zihin hem de beden üzerinde hakimiyet kurarak özgürlüğünü kazanır. Ancak işte imkânsız olan kısmı: söylentilere göre Lord çok güçlü. Onun manipüle ettiği ruh, bizimkileri bastıracak kadar güçlü ve onu yenmek, çok daha güçlü bir ruh gerektirir. Ancak o zaman kontrol edilen beden özgür kalır. Bu kadarını biliyorum."
Teyat'ın ruhu, bu bedenin ruhunu yenerek kontrolü ele aldı.
Teyat, Aaron’un açıklamalarını içtenlikle kavrarken, yüzünde umutsuz bir ifade belirdi. İçinde ise özgürlüğe dair bir umut ışığı yanmaya devam ediyordu. Bir gün, belki de bu bedeninin ruhunu kontrol eden o kişiyi yenebilecekti. Belki?
Bu düşüncelerini gizleyerek oyununu sürdürdü.
“Anlıyorum… Ne acımasız bir kader. Onlarca masum ruhun kontrol edilmesi—ne kadar üzücü. Ama eğer kaderimde köle olmak varsa, bunu kabul etmeliyim.”
‘Bu bedenin ruhu bana özgürlüğünü borçlu'
Teyat, özgürlüğüne bir kez daha kavuştuğu için içten mutluluk ile konuşmaya devam etti.
Aaron, Teyat’ın dışa vurduğu acı dolu sözlere iç çekerek yanıt verdi.
“Aynen öyle. Onlarca insan, ailelerini geride bırakıp bu berbat yerde korkunç şeyler yapıyor. Ne kadar üzücü.”
Şimdi tamam bedenin özgürlüğünü sağladın da onu da sen kullaniyon amk o ruh ne anladi bu işten köle devri gibi oldu bu iş
Shhehe o ruhun kaderinde köle olmak varmış. Bedeni 'Güllerin efendisi'nin kontrolünden çıktı ama Teyat sayesinde.
Evet teyat bildiğin senin bedenini ben kurtardım borcun da bana bir beden der gibi aldı
Ee ruhu, o bedenin ruhunu yendi. Güçlü olsaydı o bedeni, Teyat'ın ruhuna kaptırmaz dı da ömür boyu yine köle olacaktı
Cidden tanrı adaletsiz.
Wjjwhe bilmem