Şu ana kadar gerçekleşen tüm eğitim türleri arasında hiçbiri bu kadar acımasız olmamıştı. Tam da diğer çocukların tedirginliğiyle birleşen zihinsel ve fiziksel yorgunluk yüzündendi. İlk kez bir yarışmada birbirlerine karşı yarışıyorlardı.

Gök şeytanı tarikatındaki tüm zirveler arasında bu sefer seçilen dağ, tüm diyarın en diklerinden biriydi. O kadar yüksekteydi ki, dağın zirvesi sanki göğü delecek gibiydi. Üstelik yol, çocuklar için tırmanması en tehlikeli yollardan biriydi. Kayalara tutunmak zordu ve sağlam bir basamak yoktu.
‘’Uuuu!..’’

Bacaklarında metal parçaları olan ve içsel qi’sini kullanmayan 10-11 yaşındaki herhangi bir çocuk için bu dağa tırmanmak neredeyse imkansız bir görevdi.

Ama burada herkes ortalama değildi.
‘’Ahhhhhhhhhhh!’’

Woon Seong’un yanındaki bir çocuk tutunamayıp yokuştan yuvarlandı ve birkaç metre aşağıdaki bir arazi parçasına düştü.
‘’Uhhhhhhhh!’’

Çok ciddi bir yaralanması olmasa da durumu ağır görünüyordu. Woon Seong arkasına baktı ve sessizce tekrar dağa tırmanmaya başladı. Aslında o da ölmek üzere olduğunu hissediyordu.

İçsel qi’sini bir kısayol olarak kullanmayı reddetti. 900 numaranın bedeni, Cennetsel Ruh Toprak Beden tekniğiyle geçirdiği küçük değişikliklere rağmen hala inanılmaz derecede eksikti.
‘’Huh-ha, huh-ha!’’

Elleri ve parmakları hafifçe kanıyordu, üzerlerindeki kabarcıklar patlamıştı. Ciğerleri yanıyormuş gibi hissediyordu. Woon Seung’un kıyafetinin eteği terden sırılsıklam olmuştu ve bu hareketlerini daha da kısıtlıyordu. Şu anda gerçekten bir mola vermek istiyordu.
‘Hayır şu anda dinlenemem.’

Woon Seong, burada dinlenirse zihni ve bedeninin o kadar rahatlayacağını biliyordu ki, durduktan sonra tırmanmaya devam edemeyecekti. Bu nedenle aklını başına topladı ve zirveye ulaşıp bayrağı ilk aldığında kendisine biraz dinlenme izni vereceğine söz verdi.

Woon Seong, dağa her adım attığında efendisinin görüntüsünü aklında canlı tutuyor ve dişlerini kararlılıkla sıkıyordu. Ancak iradeli olmak ve fiziksel yorgunluk çekmek biraz farklı konulardı.

Woon Seong dudaklarını kanayana kadar ısırarak dağa tırmandı. Dağın zirvesine yaklaşırken neredeyse dört ayak üzerinde sürünen sadece o değildi. Zirveye yakın olan çocukların hemen hepsi dört ayak üzerinde tırmanma noktasına gelmişti. Dayanılması bayağı zordu. Tüm bunların tek olumlu yanı, Woon Seong’un kendisine vermiş olduğu sözü yerine getirmiş olması ve zirveye ulaşana kadar bir an bile dinlenmemiş olmasıydı.
‘’Huhu, haha!’’

Woon Seong, sonunda zirveye ulaştı, bir bayrak çıkardı ve vücudunu biraz dinlendirmek için yere uzandı. Neyse ki zirvede dinlenmek için geniş bir alan vardı. Yaklaşık 50 çocuk da yorgun bedenlerini bayraklarının yanında dinlendirmek için oturuyor veya uzanıyorlardı.
‘Kesinlikle tekrar ölüyormuşum gibi hissediyorum hah!’

Woon Seong nefesini düzenlemeye ve dayanıklılığını olabildiğince hızlı bir şekilde geri kazanmaya başladı. Nihayet zirveye ulaştığında, serin esintinin tenine çarptığını ve kıyafetlerini serinletmeye başladığını hissedebiliyordu. Dinlenmek güzeldi ama çok uzun kalırsa terden sırılsıklam olmuş elbiseleri soğuyacaktı.
‘Hemen aşağı inmem lazım.’

Hatta bu sınavın bir zaman sınırı bile vardı, dolayısıyla birkaç dakikadan fazla dinlenmeye gücü yetmiyordu. Woon Seong dinlenmeye vakit ayırırken ağrıyan uzuvlarını esnetti ve aşağı inmeden önce mümkün olduğunca dayanıklılığını geri kazanmaya çalıştı.

Woon Seong, vücudunun durumunu incelerken, kaç tane bayrak kaldığını görmek için çevreye göz attı. Elindeki bayrak hariç, geriye yaklaşık 30 bayrak kalmıştı.
‘Bayrak sayısı azalırsa, dağın zirvesine en son ulaşanlar bayrak için mücadele edecek.’

Bu, Woon Seong’un dağdan aşağı inip hemen orayı terk etmesinin bir başka sebebiydi. Burada kalırsa gerçekten de kavgaya karışacaktı. Bayraklar kısa sürede biterken geç kalan çocuklar, bayrakları ele geçirenlerle kavga ederek bayrakları çalmaya çalıştı. Elbette Woon Seong, bundan hemen önce sıvışmıştı.
‘Hımm!..’

Belki de Woon Seong kısa bir ara verdiği için kasları biraz canlanmış, aşağı inmek daha da kolaylaşmıştı. Onun için daha ilginç olan, dağdan aşağı iniş şekliydi.
‘Uzun bayraklar diğer çocuklara göre sorun olabilir ama benim için değil.’

Dağ dik ise aşağı inmek yukarı çıkmaktan daha zordu, çünkü kayıp, yorgun kaslarınızla ciddi şekilde yaralanmanız mümkündü. Üstüne üstlük demir kollara uzun bir bayrak da eklemek zorunda kalınca yer çekimini korumak giderek zorlaşıyordu. Ancak bu sağduyu, Woon Seong tarafından bozuluyordu. Dağdan aşağı inerken onu izlemek fazlasıyla eğlenceliydi. Bayrağı bir mızrak gibi kullanarak dağdan aşağıya hızla koştu, havada defalarca takla attı, dönerek süzüldü ve dağın aşağısına doğru kolay bir hızla hareket etti.
Tadak Tadak

Woon Seong bayrak direğini ustaca manevra etti. Görüşünü engelleyen dal ve çalılıkları kesmek için hızını kullandı. Kullandığı açık bir yan yoldan içeri girdi. Kayılabilecek bir durumda görülebilen tek şey, Woon Seong’un aşağı doğru uçarken bayrak direğinden kalan dairesel izlerdi.
Toonk-

Bayrak direğindeki kuvvetin geri tepmesini kullanarak daha hızlı bir şekilde ilerledi. Ne kadar çevik olduğu gerçekten inanılmazdı. 900 numaranın vücudundaki Woon Seong’un elindeki mızrakla ne kadar muhteşem olduğunu, uzun bayrak direğini nasıl manevra ettiğine bakarak herkes anlayabilirdi.
‘Aşağı inmek fazla zor olmamalı.’

Woon Seong, elinde mızrağa benzeyen bir şeyle kendini kuş gibi özgür hissettiğinde yüzünde bir gülümsemenin belirmesi doğaldı. Fakat dudaklarındaki gülümseme kısa bir süre sonra kayboldu. Tam da eğitmenin bulunduğu dağın eteğine varmak üzereydi.
‘’Hey, bayrağını bırakıp kaybol!’’

Aniden Woon Seong bir ses duydu. Hareketlerini yavaşlatıp durdu. 900 numaranın vücudunu, Woong Seong’a bağıran çocuğun vücuduyla karşılaştırmak gören çoğu kişi için çok komikti. Çocuk 900 numaranın bedenindeki Woon Seong’dan bir kafa daha uzun, daha geniş ve kalın da bir sese sahipti. Woon Seong, durduğu yerden ona umarsızca bakarken, 185 numaranın yüzü öfkeyle buruştu. İki parmağıyla Woon Seong’u işaret etti.
‘’Duymadın mı? Elindeki bayrağı bırak da defol git, seni melez!’’

Woon Seong’un kayıtsız bakışları kayboldu. Karşısındaki çocuğa aptalın birine bakıyormuş gibi bakıp güldü. Gizli Şeytanlar Mağarası’nda toplanan çocuklar 10-15 yaşları arasındaydı. Woon Seong’a göre boy farkı ve kalın ses aptalca bir şakaydı. Elinde mızrak gibi kullanılabilecek bir bayrak direği varken 185 numaranın onunla kavga etmeye çalışması tam bir manyaklıktı.
Fakat 185 numara, karşısındaki çocuğun soyulmaya çalışılacak en kötü seçenek olabileceğini hiç düşünmemişti. Boyu ve kilosuyla başkalarını korkutmaya alışkın olan 185 numara, işler fiziksel boyuta ulaşsa bile bunun kolay olacağını düşünüyordu. Gizli Şeytanlar Mağarası’na getirilen çocukların hayatları buraya gelmeden önce pek de kolay değildi. Bu yüzden 185 numara az çok nasıl dövüşüleceğini biliyordu. ‘Hayatta istediğin şeyleri elde etmenin en kolay yolunun büyüklük ve korkutma olduğunu düşünerek büyümüşsündür herhalde.’ diye düşündü Woon Seong. 185 numaranın şu anki davranışlarına bakılırsa hiç de haksız değildi.
‘Ah, bu sana komik mi geliyor?’

Woon Seong ona açıkça güldüğü için 185 numaranın gururu incinmişti. Woon Seong cesurca 185 numaraya yürüyüp onu süzdü. Ardından soğuk bir alaycılıkla konuştu.
‘Ne kadar aptalsın, hiç kendi boyundaki biriyle dalga geçildiğini duydun mu?’

Woon Seong, o kadar soğuk bir kahkaha attı ki, köpek dişleri gözüktü. Ardından 185 numaraya dik dik baktı. Çocuğun kendisini neden soymaya çalıştığını biliyordu.

Kendisinden önce buraya gelenler, elitler arasında kendilerini kanıtlayanlardı ve Woon Seong onlarla savaşmak istemiyordu. 185 numara ise, elitler haricindekileri yenebileceğinden emin olduğu için bir sonraki bayraklı kişinin gelmesini bekliyordu. Kendisi de bir elit olmasına rağmen, sadece dövüp soyabileceği kolay lokma arıyordu. Dağdan inen bir sonraki isim ise 900 numaraydı.

185 numaraya kıyasla, 900 numaranın fiziksel güç ve yeteneğinin yok denecek kadar az olduğu görülüyordu. Woon Seong’un bayrağı büyük ihtimalle şans eseri kazandığını düşünüyordu.
‘Bu yüzden bana hamle yaptı.’

Woon Seong bu piçin ne düşündüğünü çok iyi bildiği için, onu hemen şimdi dövmeye karar verdi. 185 numaranın ahlak anlayışı ve davranışı fazlasıyla ikiyüzlüydü. Sadece elinden gelen bu olduğu için güçlüye boyun eğip zayıfı dövüyordu. Woon Seong bunu düşünürken acı br anısını hatırladı.
‘Bana ne dedin?’

185 numara, Woon Seong’a öfkeli bir şekilde yaklaştı. Onun açısından 900 numarayla tanışmak şans eseriydi. Doğrusu, 900 numara son birkaç gündür iyi durumdaydı. Fakat yarım yıl önce, bir böcek gibi yalvarıp yakarırdı. Küçüktü, diğer çocuklarla nadiren konuşurdu. Bu yüzden kolay bir hedefti. Nasıl bu kadar hızlı yere düştüğünü bilmiyordu fakat bitkin olduğunu fark ediyordu. Bu sebeple o böceği biraz korkutursa, bayrağı itaatkarlıkla vereceğini düşünmüştü. Ama bu da neyin nesiydi böyle?

Sıralaması 900’lerde olan bir kıt beyinli, sıralaması 100’lerde olan birine cevap mı veriyordu? 185 numara, daha fazla kendisini tutamayıp öfkeyle bağırdı.
‘’NE DEDİN? HA!’

Fakat daha ne olduğunu anlayamadan Woon Seong’un elindeki bayrak direği sallanmaya başladı. Her iki elinde 7,5 kiloluk bir kuvvetle vuruyordu. Tahta bayrak direği 185 numaralı çocuğun şakağına çarptı.
‘AHHHH!’

185 numara kanayan şakağını tutarak ayağa fırladı.
‘’Seni piç!’’

Ardından cüsseli yumruğunu Woon Seong’a doğru savurdu. Lakin çocuğun hayatta bilemeyeceği bir şey vardı. Beden 900 numaraya aitti. Fakat ruh, geçmiş yaşamında mızrağı kullanarak Aşkınlık Alemine ulaşmış birinden geliyordu.
Boo-Woonk-

Woon Seong, çocuğun darbelerinden bir adım geri çekilip ağırlık merkezini biraz kaydırarak kolaylıkla kurtuldu.
GÜM!

185 numara, bayrak direğinin hızlı hareketi yüzünden kaburgalarına şiddetli bir darbe yedi.
‘’Öhö-öhö!’’

Çocuk kaburgaları kırık bir şekilde yere yığılmış ve olduğu yerde diz çöküp nefes almaya çalışıyordu. Woon Seong’un bununla da bitmedi.
-Puck

185 numaranın diz çökmesinden faydalanıp vahşi bir şekilde çocuğun ayak bileklerini ezdi.
‘’AH!’’

Çocuk ayakta duramayıp yere yığıldı. Arkasındaki büyük ağaca kafasını çarpmaması büyük şanstı.
GÜM!

Woon Seong elindeki bayrak direğini, çocuğun göğsüne acımasızca bastırıyordu.
‘’Sizden daha zayıf çocukları dövmek hoşunuza gidiyordu, değil mi?’’

Çocuğun dudakları titredi fakat ağzını açamadı. Şu an 900 numaradan öylesine korkuyordu ki ondan kısa olan kendisiymiş gibi hissediyordu.
‘Uhhhh’

Woon Seong elindeki bayrak direğini kaldırıp sanki düşürecekmiş gibi, ona sıkıca tutundu.
‘’Hayır, lütfen!’’

Yerinden bile kıpırdayamayan 185 numara, titreyen sesiyle Woon Seong’dan kendisini bağışlaması için merhamet dileniyordu. Henüz 11 yaşındaydı. Başkalarıyla dalga geçip bundan keyif alabilecek bir yaştaydı. Fakat iyi ve kötünün ne olduğunu ayırt edemiyordu.

Woon Seong’un bayrağını almaya çalışmak, ağır cezayı hak eden bir günah değildi. Yetişkin haliyle başka bir yerde olsaydı eğer, bu durum ölümle sonuçlanabilecek bir riskti.
‘’Yaşamana izin vereceğim fakat…’’

Woon Seong, çocuğu bu şekilde bırakmayacaktı. Üstelik adil birisi de değildi. Bu hayatında tam tersi olsaydı, efendisinin intikamını alamadan öldürülebilirdi de.
‘’Cezalandırılman gerekiyor.’’

Woon Seong elindeki bayrak direğini havaya kaldırdı.
‘’Şimdiye kadar güçlüymüş gibi davranıp senden zayıf olanlara istediğini yapmaktan başka bir şey yapmadın. Bugün de senden zayıf birinin bayrağını çalacağından emindin. Şimdiyse zayıf biri olmanın ne anlama geldiğini anlarsın belki.’’
‘’Hadi, hadi!’’

Çocuk, merhametsiz Woon Seong’a yalvarıp yakarıyordu.
Qua-ric!

Koluna aldığı şiddetli darbe sonucu çocuk, bayılmadan önce Woon Seong’un ona fısıldadığı sözleri duydu. Ve korku içinde bilincini kaybetti.
‘’İkinci kez olmayacak.’’




novebo yorum yok

İlk yorum yazan sen ol!


Henüz yorum yapılmadı

Novebo discord sunucusu