Günün ilk hastası geldi. Orta yaşlı kadın, hafifçe dağılmış koyu renkli saçlarını arkasına toplamıştı. Giydiği rahat elbise, günlük yaşamındaki pratikliği yansıtıyordu. Yüzündeki ince çizgiler, yaşadığı deneyimlerin ve gülümsemelerin izlerini taşıyor; gözleri ise merak ve biraz endişe ile parlıyordu. Gun-woo, kadına bakarak düşündü: ‘Hmm, belli ki kontrole gelmiş.’
Kadın, Gun-woo’nun yanına yaklaştı.
“Merhaba, ben hemşire Gun-woo. Size nasıl yardımcı olabilirim?” diyerek gülümsedi.
“Merhaba, doktorumla randevum vardı.”
“Tabii, isminizi alabilir miyim?” dedi Gun-Woo, bilgisayarda arama yaparken.
“park sun-young”
"Doktorunuz ameliyatta, Ajumeoni. Biraz beklemek isterseniz bekleme odasında rahat edebilirsiniz.”
Kadın başını salladı, "Teşekkür ederim, evladım. Bekleme odasında biraz oturmak iyi olur," diye yanıtladı.
Gun-Woo, "Evet, orada rahat edebilirsiniz. İsterseniz su da getirebilirim," dedi.
"Çok naziksin, evladım. Su iyi olur," dedi kadın, memnun bir şekilde.
Gun-Woo, kadına bekleme odasına kadar eşlik etti. Odanın kapısını açarak, "İşte burası, ajumeoni. Rahat edebilirsiniz," dedi.
Kadın içeri adım atarken, "Çok teşekkür ederim, evladım," dedi.
Gun-Woo, gülümseyerek, "Biraz bekleyin, hemen size su getireyim," dedi. Hızla odayı terk etti ve kısa bir süre sonra bir bardak suyla geri döndü.
"Ajumeoni, işte suyunuz," diye söyledi, kadına bardağı uzatırken. "İçmek isterseniz, rahatlayın."
Kadın, suyu alarak, "Çok naziksin, Gun-Woo. Gerçekten teşekkür ederim," diye karşılık verdi.
Gun-Woo, "Her zaman yardımcı olmaya hazırım," dedi, kadının yüzünde bir gülümseme görmekten memnun.
Gun-Woo, kadına suyu verdikten sonra, "Eğer bir şeye ihtiyacınız olursa buradayım," dedi ve gülümseyerek bekleme odasından çıktı.
Kadın başını sallayarak, "Tamam, evladım. Teşekkür ederim," diye yanıtladı.
Gun-Woo masasına geri döndü ve bir sonraki hastalarını beklemeye başladı. Zaman geçtikçe, ofisteki sessizlik biraz bozuldu ve iş arkadaşları gelmeye başladı.
"Merhaba, Gun-Woo! Hazır mısın? Öğle yemeği vakti," dedi biri, gülümseyerek.
Gun-Woo, başını kaldırdı ve “Evet ya, yemeğe gidelim. Ben de hem acıktım hem de sıkılmıştım otura otura,” dedi, arkadaşlarına dönerek. “Ee, yemek için nereye gidiyoruz?”
Bir arkadaşının yüzünde geniş bir gülümseme belirdi. “Duydum ki, o yeni açılan Kore restoranına gitmeyi düşünüyoruz. Bibimbap’ları ve bulgogi’leri harika!”
“Harika bir fikir! Biraz da kimchi alırız,” diye yanıtladı Gun-Woo, neşeyle. “Hadi o zaman, daha fazla beklemeyelim!”
Ekibin diğer üyeleri de heyecanla onayladı ve hep birlikte kapıya yöneldiler. Yürürken, Gun-Woo, restoranın dekorasyonunu ve menüsünü düşündü; Kore mutfağının lezzetli çeşitlerini sabırsızlıkla bekliyordu.
Restorana vardıklarında, içerinin sıcak atmosferi onları karşıladı. "Umarım çok beklemeden yer bulabiliriz," dedi Gun-Woo, içeri adım atarken. Ancak bir anda düşüncelere daldı.
‘Lan ben kadını unuttum’ diye geçirdi içinden. ‘O kadın gitmiş midir? Aman bee, boş ver,’ diye mırıldandı, kafasını sallayarak bu düşünceleri bir kenara itmeye çalıştı.
Arkadaşları, gülüşmelerle birlikte masaya otururken, Gun-Woo'nun aklındaki düşünceler onu rahatsız etmeye devam ediyordu. Siparişlerin verilmesiyle birlikte ortam yeniden canlandı.
Bir yandan yemek siparişi verirken, bir yandan da ‘Neden bu kadar takılıyorum bu kadına?’ diye düşündü. ‘O kadını siktir et!’ diyerek kendi kendine gülümsedi. ‘Artık eğlenme zamanı.’
Arkadaşları, onun bu dalgınlığını fark etti ve “Gun-Woo, sen neden bu kadar dalginsin?” diye sordu birisi.
Gun-Woo, “Hiç, sadece düşündüm,” diyerek gülümsedi ve düşüncelerini bir kenara iterek arkadaşlarının sohbetine katıldı.
•
•
•
•
•
Mesai saati bitmişti. Gun-Woo, masasında kalan son dosyaları toparlayarak bilgisayarını kapattı. “Hadi bakalım, eve gitme zamanı,” diye düşündü. Kulaklığını takarak dışarı çıktı ve adımlarını evine doğru yönlendirdi.
Yolda yürürken, aklına bir fikir geldi. Annesini arayarak “Bir şeye ihtiyacı var mı?” diye sormak istiyordu. Telefonunu çıkarıp annesinin numarasını tuşladı. Zil sesleri arasında, “Umarım evde bir şeyler vardır,” diye düşündü.
“Merhaba, anne!” dedi telefona cevap veren annesi.
“Merhaba, Gun-Woo. Nasılsın?” diye sordu annesi, ama Gun-Woo bunu duymazdan geldi.
“Evde bir şeye ihtiyacın var mı?” diye sordu hızlıca, aklında başka bir şey yokmuş gibi.
“Hayır, her şey yolunda. Sen niye soruyorsun?” dedi annesi merakla.
“İşten çıkarken bir şey alıp almamakta kararsız kaldım. Neyse, ben şimdi eve geliyorum,” dedi Gun-Woo, telefonu kapatmadan önce.
“Tamam, görüşürüz!” dedi annesi. Gun-Woo, telefonu kapattı ve kaldırımda eve doğru yürüdü.
Eve doğru yürürken, Gun-Woo’nun dikkatini çeken bir figür belirdi. Karşısında, tüm bedenini simsiyah bir kapa ile gizleyen, yüzü neredeyse görünmeyen bir adam duruyordu. Adamın duruşu, belirsiz bir gizem taşırken, Gun-Woo’nun kafasında birkaç düşünce dolaşmaya başladı.
“Bu da ne?” diye düşündü. Tam o sırada adam aniden hareket etti, Gun-Woo’nun omzuna çarptı.
Dengesini kaybedip yere düşerken omuzlarına sert bir ağrı saplandı. Şok içindeydi; bir şeyler kesinlikle ters gidiyordu.
“Lan piç!” diye haykırdı, sinir içinde.
“Siktimin gizemli puştu!”
Hızla yere düştüğünden dolayı öfkesi kabarmıştı. “Az başından şu şeyi çek de önünü gör, hayvan!” Sinirle bağırdı.
Adam, arkasına bile bakmadan, hızlı adımlarla uzaklaşıyordu. Sanki bu düşüşü hiç umursamıyormuş gibi, bir yere doğru yol alıyordu. Gun-Woo’nun siniri daha da kabardı; bu kadar kayıtsızlık karşısında içinde biriken öfkeyi bastırmakta zorlanıyordu.
Gun-Woo, yerden kalkarak tam söylenecekken bir şey fark etti. "Lan it nereye gitti...?" dedi, ama sözleri boğazında düğümlendi. Hem şaşkınlık hem de ürperti içinde kaldı.
Ne!?” Karşısındaki adamın ayakları yoktu, süzülüyordu. Her hareketinde etrafa toz gibi parıltılar saçılıyordu. İçinde, tanımlayamadığı bir korku yükseldi.
Bu görüntü, Gun-Woo'nun zihninde tuhaf bir dehşet yarattı. "Bu nasıl mümkün olabilir?" diye düşündü, ama kelimeler ağzından çıkmaya cesaret edemedi.
Korkuyla dolmuştu; ne kadar merak etse de, bu tuhaf yaratığa dair daha fazla bilgi edinmek istemiyordu. Hızla gözlerini kaçırarak, yavaş ama kararlı adımlarla eve doğru yürümeye başladı. Arkasında kalan bu garip figür ve etrafındaki parıltılar, kafasında dönen birçok soru bırakmıştı.
Eve doğru yürürken, ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Kalbi hızlı atıyor, zihni karmaşık düşüncelerle doluydu. “Bugün kesinlikle olağan bir gün değildi,” diye düşündü, Kapısını açarak içeri girdiğinde, “Anne, ben geldim!” diye seslendi.
“Ah, geldin mi? Üstünü değiştir, yemek hazır,” dedi annesi mutfaktan gülümseyerek.
Gun-Woo, annesinin sesindeki sıcaklığı duyunca biraz rahatladı. “Tamam, bir dakikaya geliyorum,” diye yanıtladı. Hızla üstünü değiştirip mutfak tarafına yöneldi.
Mutfakta, annesi özenle hazırladığı yemeği masaya koyuyordu. Taze pişirilmiş yemeklerin kokusu, evin içine yayılarak sıcak bir atmosfer oluşturmuştu.
“Bugün işte nasıl geçti?” diye sordu annesi, yemekleri masaya yerleştirirken.
“Eh, sıradan işte,” dedi Gun-Woo, az önce yaşadığı tuhaf olayları unutarak. “Ama biraz ilginç anlar oldu,” diye ekledi, ama annesine fazla yüklenmek istemiyordu.
“İlginç mi? Ne gibi?” Annesi merakla sordu, gözlerini ona dikip dikkatle dinlemeye başladı.
“Bilmiyorum, bazı insanlar var… Birisiyle çarpıştım. Sonra birden kayboldu,” dedi Gun-Woo, yaşadığı olayı anlatmaya çalışarak.
Annesi, “Bir şey olmadı inşallah?” diye endişelendi. “Dikkat et, dışarıda garip tipler olabilir.”
"Bunun 4. duvarı kırıldı," diye düşündü Gun-Woo; Bayan Eun-Jung'un endişelenmesi normaldi, çünkü anlatıcının sözünü kesip yukarı baktı ve “Hey, onu ben anlatacaktım!” diye düşündü.
Annemin endişelenmesi normaldi; çünkü babam ölmüş ve tek oğluydum. Olayların getirdiği belirsizlikler içinde, her şeyin yükü benim üzerimdeydi. Onun için bir şeyler ters gittiğinde, hemen panik yapıyor, sanki her an kaybetme korkusuyla yaşıyordu.
Bu yüzden, son zamanlarda yaşadığım tuhaf olayları ona anlatmaya cesaret edemedim. Sadece onun huzursuz olmasını istemiyordum. Ama içimdeki korku ve belirsizlik, her geçen gün daha da büyüyordu. Şimdi eve döndüğümde, annemin gözlerindeki endişe ve sevgi karışımı bakışlarıyla yüzleşmek zorundaydım.
“Yemek hazır,” dedi annem, ama gözleri hâlâ bana dikilmişti, sanki benden bir şey bekliyordu.
“Tamam, birazdan geliyorum,” dedim, ama içimdeki kaygı, gözlerimin derinliklerinde yankılanmaya devam ediyordu.
Gun-Woo masaya oturdu ve yemeğini yemeye başladı. Bir süre sonra annesine döndü ve “Ee, senin sergi işi ne oldu?” diye sordu.
Annesi gülümseyerek, “İnanabiliyor musun, oldu! Seul Sanat Galerisi'nden kabul aldım!” dedi.
Gun-Woo, bu haberi duyduğunda heyecanlandı. “Gerçekten mi? Bu harika bir haber, anne!” dedi. “Yıllardır bu hayalini gerçekleştirmenin ne kadar önemli olduğunu biliyorum. Ne zaman açılışı?”
Annesi, gözlerindeki parıltıyla, “Gelecek ay. Çok çalıştım, umarım her şey yolunda gider,” diye yanıtladı.
“Kesinlikle gideceğim,” diye söz verdi Gun-Woo, içindeki kaygıları bir kenara bırakarak annesinin mutluluğuna odaklandı.
“Bitirmen gereken kaç tablo kaldı?” diye sordu Gun-Woo, annesinin çalışmaları hakkında merakla.
“Üzerinde çalışmam gereken 3-4 tablo kaldı,” diye yanıtladı annesi. Gözlerinde bir kararlılık vardı. “Ama bu sefer hepsini tamamlayacağıma söz veriyorum.”
Gun-Woo, annesinin azmini görünce gülümsedi. “Kesinlikle yapacaksın! Bu sergi senin için bir dönüm noktası olacak,” dedi. “İhtiyacın olursa her zaman yardım edebilirim.”
Annesi, “Biliyorum, oğlum. Senin desteğin benim için çok önemli,” dedi. İçten bir gülümsemeyle karşılık verdi.
Yemeklerini bitiren Gun-Woo ve annesi, masanın etrafında biraz daha oturdular. Anneleri, “Şu yığınları toparlayalım, sonra biraz dinleniriz,” dedi.
Gun-Woo, “Tamam, ben mutfak işleriyle ilgilenirim,” diye yanıtladı.
Yavaşça masadan kalkıp tabakları toplayarak mutfak tezgahına yerleştirdi. Annem de hemen yanına gelerek çatal bıçakları yıkamaya başladı.
“Seninle birlikte bu işleri yapmak her zaman daha eğlenceli,” dedi annesi.
“Biliyorum, ama sadece yemek yapmak yetmez, sergi için daha çok çalışman gerekiyor,” diye gülümseyerek ekledi Gun-Woo.
Birlikte mutfaktaki dağınıklığı temizlerken, aralarındaki sohbet de devam etti. Annesinin sergi heyecanı, işlerinin ne kadar önemli olduğunu bir kez daha hatırlatıyordu.
Yemek sonrası mutfaktaki işleri toparladıktan sonra, Gun-Woo annesine döndü. “Şimdi sergide sergilenecek tablolara bakmaya gitsek iyi olur mu?” diye sordu.
Annesi, gözlerinde bir parıltı ile gülümsedi. “Harika bir fikir! Uzun zamandır onlara bakmadım,” dedi.
Birlikte oturma odasına geçtiler. Duvarlardaki tabloları incelemeye başladılar. Anneleri, her bir tabloyu teker teker gözden geçirirken, her birinin ardındaki hikayeleri anlatmaya başladı.
“Bu tablo, ruh halim bozukken yaptığım bir çalışma. O zamanlar hissettiklerimi yansıttığını düşünüyorum,” dedi annesi bir tabloya işaret ederek.
Gun-Woo, annesinin tutkusunu görünce içten bir gülümseme ile yanıtladı, “Gerçekten harika görünüyor. Bu, senin en iyi işlerin arasında olacak.”
Annesi, bu destekleyici sözlerden cesaret alarak, “Teşekkür ederim, oğlum. Beni bu kadar iyi anladığın için,” dedi.
Tabloları incelemeye devam ederken, aralarındaki bağı güçlendiren bu anın tadını çıkardılar.
Bir süre annemle tabloları inceledikten sonra, kendimi odama çekilme ihtiyacı hissettim. Yalnız kalmak ve biraz düşünmek iyi gelecekti. Yatağıma oturdum ve raftan “Tek Hikaye” kitabımı aldım. Sayfalarını açarken, her şeyin dışındaki dünyaya dalmanın verdiği huzuru hissettim.
Kitapta yazan her kelime, beni başka bir evrene götürüyordu. Başta, Sonsuz yazarın güçlü varlığı ve ona bağlı hikayeler dikkatimi çekti. Bir yandan aklımda, o gizemli adamın belirsiz silueti vardı. İki ayağı olmayan, toz benzeri ışıkların peşinden kaybolan o figür... Ne demek istiyordu?
“Ne oluyor?” diye içimden geçirdim. “Bunlar bir tesadüf olamaz.”
Kitaba döndüm ve sayfaları çevirirken, kafamdaki düşünceleri bir kenara bırakmaya çalıştım. “Bu kitabın ardında bir şeyler var,” diye mırıldandım. Yazarın kelimeleri arasındaki derin anlamları keşfetmek, beni bu karmaşık olayların iç yüzüne götürecekti.
Sayfalarda kayboldum. Her cümlede biraz daha derine çekiliyordum. “Bunu çözmeden rahatlayamayacağım,” diye fısıldadım.
Kitabı okumaya devam ederken, aklımda Kang Tae-seok'un hikayesi belirmeye başladı. Onun dünyası, Sonsuz yazarın karmaşık planlarıyla doluydu. Kang Tae-seok, Sonsuz yazarın verdiği mücadelelerle karşılaşırken, kendini nasıl bulduğunu düşünmeye başladım.
“İşte bu, hayatımda yaşadığım olaylara benziyor,” dedim içimden. Kang, hayatındaki zorluklarla başa çıkmaya çalışıyordu. Onun yaşadığı sıkıntılar, benimkilerle ne kadar örtüşüyordu.
Kitapta, Kang’ın yaşadığı hayal kırıklıkları ve mücadeleleri okuyordum. Özellikle, Sonsuz yazarın karşısındaki zorlukları aşma çabası, bana kendi mücadeleleri mi hatırlatıyordu. “Bunları aşmak zorundayım,” diye düşündüm, kendime cesaret vermek için.
Kang, bazen umutsuzluğa kapılsa da her seferinde yeniden ayağa kalkmayı başarabiliyordu. “Ben de onu yapmalıyım,” dedim kendime. “Hayatımda yaşadığım her şey, beni daha güçlü kılıyor.”
Kang Tae-seok’un yaşadığı olaylar, bana ilham veriyordu. Her sayfa, bana güç ve motivasyon sağlıyordu. “Sonsuz Yazar’ın hikayesiyle Kang’ın hikayesi arasında bir bağ var,” diye düşündüm. “Belki de benim hikayem de onlarınki gibi bir gün yazılacak.”
Son sayfayı çevirdim, heyecanla... ama boş! Tekrar çevirdim, hâlâ boş. “Nasıl olur? Devam etmesi gerekmez mi?” İçimde sorular dönüp duruyordu.
Sayfaları çevirdikçe, boş sayfalarla karşılaşmak, içimdeki merak duygusunu iyice artırdı. Sonunda, yine boş bir sayfaya geldim ve alt kısımda ince bir yazı gördüm. Gözlerim şaşkınlıkla parladı. “Bu k…” derken, cümle yarıda kesildi.
“Bu saçmalık olmalı!”
İlk yorum yazan sen ol!
Henüz yorum yapılmadı